Türkiye’nin Suriye ile 911 kilometrelik sınır hattı var ve bunun 700 kilometreyi aşkın bölümü PYD/YPG’nin kontrolü altındadır. Operasyonu an meselesi olan Afrin bu hattın 140 kilometre kadarlık bölümünü oluşturmaktadır.
PYD, geçen dört yıllık süre zarfında Kürt nüfusun nispeten yoğun olduğu sınır bölgesinde IŞİD’le mücadele sürecinde hızlı bir ilerlemeyle bu geniş alanı elde etmeyi başardı. Dramatik olan ise, 2012’den itibaren sınır bölgelerinde Esad’ın hakimiyetinin Türkiye’nin muhaliflerle birlikte yürüttüğü operasyonlar sayesinde kırılmış olmasıdır. Sadece birkaç ay içinde rejime ait kontrol noktaları art arda dağıtılmış ve Esad bölgeden uzaklaştırılmıştı. O bölgeler elde tutulamadı ve YPG tarafından birer birer ele geçirildi. Şimdi de kanton modeliyle yönetilmektedir.
***
Dramatik olan tek şey bu değildir. Beraberinde PYD/YPG zoraki nüfus hareketleriyle bölgenin Kürtleşmesi için de zorlayıcı hamleler yapmıştır. Bütün bu süreç, ABD’nin ileri düzeyde silah desteği ve Rusya’nın ustalıklı himayesiyle mümkün olabilmiştir. Sadece ABD ve Rusya’nın desteği mi? Değil…
Olup bitende, Türkiye’nin sınırında oluşmakta olan Kürt otonomisini önce okuyamaması ardından da nasıl davranacağını bilememiş olmasının payı büyüktür. Neredeyse bir asırdır değişmeyen ve üzerine titrenen tek dış politika pozisyonumuz isyancı ve ayrılıkçı grupların (40 yıldır PKK’nın) içeride ve bölgede devletleşme sürecini engellemek olmasına rağmen gelinen aşama ortadadır. Elbette, PYD-YPG orada bir devlet kurmuş değildir. Bunun mümkün olması da uzak bir ihtimaldir ama bölgede şartların değişme temposu ve PKK (YPG) gibi örgütlerin bile bazı ihtiyaç hallerinde dünya tarafından kolaylıkla onaylanabilme gerçeği asla gözardı edilemez. En nihayet yeni dönemde PYD’ye biçilen rol de Türkiye’nin canını sıkacak boyutta olmaya namzettir…
Analiz yapmak için vakit kalmamışsa ve devlet tecrübesini sahaya yansıtmak için de geç kalınmışsa oturup hayıflanmanın lüzumu yoktur. Ankara sahada yapılması gerekenleri baştan yapamadı. Dönemin TSK yapısı ve kurum içinde FETÖ direnişi vs. gibi nedenlerle kritik adımlar atılamadı. ABD pısırık kalmayı tercih etti; devamında Rusya ile İran sahaya yayıldı ve o günden itibaren Suriye’de hiçbir işimiz yolunda gitmedi. Nüfuz paylaşımında yarıştan düştük. Kala kala, elimizde ABD’ye PYD/YPG’nin terör örgütü olduğunu ve bunun Türkiye için büyük bir güvenlik tehdidi olduğunu anlatmak kaldı ama neticesi ortada. Suriye’de istikrarın anlamı Washington ile Ankara’nın lisanında farklı anlamlar taşıyor; şimdi daha açık görüyoruz.
***
Sahada hamle üstünlüğü, diplomasi ve konjonktürel de olsa ittifaklar gibi seçenekler tükendikten sonra elimizde Cumhurbaşkanı’nın da ifade ettiği gibi “kendi göbeğimizi kendimizin kesmesi” seçeneği kaldı. Türkiye gibi içeride ve sınır ötesinde ağır bir terör tehdidi yaşayan, canı yanan ve her dönemde sıkıntı kaynağı olan bir örgüte karşı her türlü girişim hakkı vardır. Suriye, ABD, Rusya, İran hatta Esad rejimi için bile yatışır ama sınır boyunca bir YPG hattı olduğu müddetçe Türkiye için asla yatışmaz. Risk ve tehlike yaşamaya hatta gelişmeye devam eder.
Meseleyi kaynağından ve zamanında daha büyümeden çözemedikten sonra elde kalan maliyeti en yüksek seçenekle başbaşa kalmış olsak da durum böyledir. Şimdi en azından geride yeni meseleler bırakmadan bu işin üstesinden gelmeye odaklanalım…