Ekonomi derin ve uzun süreli bir krize mahkum olmuşsa diğer problemleri konuşmak kolay değildir. Krize yol açan siyasal şartları, sistemin tabiatı ve tatbikatındaki sıra dışı sapmaları konuşmak bile önceliğini kaybeder. Ekonomik kriz o kadar can yakıcı ki tartışması da can havliyle oluyor. Neden, niçin, nasıl gibi sorular ikinci plana düşüyor.
Esasen herkes, yapılmayan bu tartışmaya rağmen neyin ne olduğunu biliyor. Kötü bir ekonomiye neyin yol açtığını anlamamak imkansızdır. Sebep her zaman kötü yönetimdir. Yanlış kararlar, öngörüsüzlük, gerçekten uzaklaşmak ve böylelikle büyüyen problem karşısında çaresiz kalmak… Bilen, bunu bilir. Ya da her şeyin dış güçlerin komplosu olduğuna inanır, rahat eder. Ancak, ister gerçekçi analizler ister komplo teorileri yapılsın durum fark etmiyor. İki durumda da ekonomiyi ayağa kaldırmak ve dış güçlere haddini bildirmek gerekiyor.
Enflasyon, kur ve -MB’nin indirimine rağmen, borçlanma oranlarının yükselmesiyle- faiz patlamasının eş zamanlı yaşandığı ortamda yükselen sesler de bildiği yolla hükümete tavsiyelerde bulunuyor. Son olarak TÜSİAD konuştu ve şöyle dedi: “Son dönemde ekonomide oluşan hasarın tespitini yapıp öncelikle serbest piyasa işleyişi çerçevesinde, tüm paydaşların desteğinin alındığı, genel kabul görmüş iktisat bilimi kurallarına hızla dönülmesinin gereği açıktır.”
İktisat biliminden ne kastettiğini de şöyle açıkladı: “Başta kurumların ve kuralların kapsayıcı ve etkin şekilde güçlendirilmesi olmak üzere atılacak adımlar...”
Doğru ve haklı bir tavır ve üstelik geç kalmış bir açıklama. Problem de artık geç kalmış olmaktadır. TÜSİAD açıklama yapmakta geç kaldığı için, geç kalınmış değildir. Geç kalınmıştır çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın epeydir girdiği yoldan geri dönme imkanı yoktur. Siyaset bilimci Doç. Hatem Ete, son yazısında hem bu durumu hem de gerçekte bir siyasal krizin yansıması olan ekonomik krizi analiz ediyor. Bilindiği gibi, Hatem Ete’nin yöneticisi olduğu Ankara Enstitüsü’nün abonelerine gönderdiği Panaroma TR başlıklı anket ve analiz raporu da siyasal gelişmeleri ve seçim sürecini takip eden güvenilir analizlerin başında geliyor ve orada da son gelişmelere dair çarpıcı sonuçlar yer alıyor. Bu yazıdaki iktibaslar ise, Ete’nin Perspektif Online’de yayınlanan Ekonomik model mi? Siyasal düzen mi? başlıklı yazısından:
“Erdoğan yeni bir siyasete yönelmek yerine mevcut siyaseti tahkim ederek eşiği aşmaya yönelmiş görünüyor. “Yeni ekonomik model” olarak adlandırdığı bu süreç, “düşük faiz/yüksek kur” gibi ekonomik tabirleri içerse de esasında ekonomik bir model değil… Erdoğan’ın yaklaşık bir yıldır ekonomide deneme-yanılma üzerinden el yordamıyla bir yol bulma ve siyasal boşlukta salınma sürecine son verip bir politikada karar kıldığı söylenebilir. Dolayısıyla, iktidar açısından önümüzdeki dönemin bu “yeni ekonomik model” ve bu modele giydirilen söylem ve politikalarla geçirileceğini ve seçimlere bu zemin üzerinden gidileceğini söylemek mümkün.”
Ete, rasyonelleşme çağrısı yapanlara da kötü bir haber veriyor: “Bir ekonomik model, uzun süreli hazırlıklar, uzun vadeli planlar, kalkınma ve/ya büyüme öngörüleri, kapasite artırımı gibi birçok unsur barındırır. Erdoğan’ın “yeni ekonomi modeli” bu unsurların hiçbirini içermiyor. Bu nedenle karşımızda, Türkiye’yi uzun vadeli bir ekonomik büyüme/kalkınma sürecine sokacak bir ekonomik modelden çok, bir türlü rayına oturtulamayan ekonomiyi siyasi bir bağlama yerleştirmeye yarayan bir siyasal öneri var.
Niye? Çünkü, “Erdoğan, mevcut ekonomik durum devam ettiği müddetçe kazanma şansının azaldığını görüyor. Bu çerçevede, meseleyi en iyi bildiği alana, siyasal alana çekerek yönetmeyi deniyor. Din (Kur’an’a referans), devlet (MGK kararı) ve siyaset mevcut krizin ekonomik boyutunu gölgelemek için seferber ediliyor. Böylece, yeni ekonomik model, ekonomiyi konuşmamak için tedavüle sokuluyor.”