İyi başlamak çok önemli ama bilhassa diplomaside iyi bitirmek mecburiyettir.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz ve Ege’de giriştiği askeri-diplomatik süreç de muhakkak surette iyi bitmesi gereken bir yürüyüştür. “Oldu oldu, olmadı ne yapalım” diyerek zamana bırakılamaz. Kapağını açtığımız dosya zor olsa da haklı olduğumuz birçok unsuru içeriyor ve sonuç almadan kapanması, on yıllardır şikayetçi olduğumuz adalar statükosunda aleyhimize yeni bir “durum” olarak kaydedilir. Yükselttiğimiz elin ve sesin böyle bir sonuca yol açması ülkenin kayıp hanesine yazılır.
Böyle olduğu için, bütün muhalefet partileri iktidarın yöntemlerine katılmasalar da yürüttüğü davayı sonuna kadar destekliyor. Ege meselesi öylesine önemli ve atılan atılmayan her adımın anlamı o kadar değerli ki bu aşamada yöntemi tartışmak anlam taşımıyor.
Türkiye, Ege’de Yunanistan’a ait olan adaların kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge tanımlarının çıkarlarımıza yönelik oluşturduğu özellikle ekonomik tehdidin ortadan kaldırılmasını, adil bir alan belirlenmesini talep ediyor. Adını koyabildiğimiz kısım şöyle; Türkiye, Yunanistan’ın Girit, Kerpe, Kos ve Meis adaları üzerinden ilan ettiği kıta sahanlığını tanımıyor, pratikte de bunun uygulanabilir olmadığını söylüyor. Geçtiğimiz yıl Kasım ayında Libya ile imzalanan deniz yetki alanları alanlarını sınırlandırma anlaşması da bunu amaçlıyor. Malum, Yunanistan da benzer bir anlaşmayı, Kahire yönetiminin talebiyle tartışmalı Meis’i dışarıda tutarak Mısır ile imzaladı. Zaten Türkiye’nin birinci argümanı da kara sınırımıza sadece 2 kilometre, Yunanistan’a ise 580 kilometre mesafede olan 10 kilometre kare büyüklüğündeki Meis adasının ürettiği problemdir. Yunanistan bu ada üzerinden kıta sahanlığı hesabı yaparak 40 bin kilometreyi aşan ilave deniz alanı sahibi olmayı amaçlıyor. Türkiye ise bırakın itirazı buna isyan ediyor. Böyle gelişen diplomatik gerilimin fonunda da Ege’de karşılıklı savaş gemileri eşliğinde hidrokarbon arama çalışmaları devam ediyor.
Diplomasinin arkasına askeri güç koymak bir ülkenin hakkıdır ve bazı durumlarda işe de yaramaktadır. İki NATO ülkesi, Türkiye ile Yunanistan arasındaki gerilimin bir çatışmaya dönüşmeyeceği varsayımı hâlâ güçlü olduğu için şimdi mesainin diplomasiye verilmesi gerekiyor. Bölgeyle ilgili ilgisiz Libya hariç bütün ülkelerin Atina yanında saf tuttuğu ortamda buna da öncelikle bizim eğilmemiz gerekiyor. Zira, sürecin sonunun bir ilerleme elde edemeden gelmesi bu noktada tehlike arzediyor.
Avrupa Birliği Ankara’nın karşısında bulunmaktadır. Fransa, hem birlik hem NATO üyesi olarak karşı blokun lideri durumundadır. Son olarak, bugüne kadar nispeten ortada görünen İspanya ve İtalya da Macron’un arkasına dizildi. ABD, belirsizlikle perdelediği tavrını dün resmen açıkladı ve Türkiye’nin doğalgaz arama çalışmalarını kesip, bölgeden çekilmesini istedi. Rusya da S-400, Astana, İdlib dinlemeden Yunanistan’dan yana net tavır koydu. Özetle; normal şartlarda birçok alanda birlikte hareket ettiğimiz ülkeler, kendi aralarında yine normal şartlarda asla bir araya gelemezken bize karşı ittifak halindedir.
Yani zaten çok zor olan bir dosyayı şu (askeri) veya bu (diplomatik) şekilde müzakere etmek için ok yaydan çıkmışken karşımızdaki blok da büyüdükçe büyüyor.
Yaşanmakta olan sahnenin Ankara tarafından baştan tahmin edildiğini düşünmeliyiz. Şaşırtıcı olmamıştır… Dolayısıyla, bu manzaraya uygun önceden hazırlanmış bir oyun planı hazırlanmıştır, diye varsayıyoruz. Bu planın da zekice diplomatik hamle geliştirmeye ve hem karşı bloku gevşetmek hem de Türkiye’nin tezlerini anlatmaya odaklı olması gerektiği besbellidir.
“Madem öyle, burada bırakalım”, diyebileceğimiz aşama çoktan geçtiği için oyunu artık kusursuz oynamak zorundayız. Özetin özeti de budur.