Ekonomide işler yolunda gitmeyince müracaat edilen bir dizi malzemenin başında dışişlerinin iyi hatta çok iyi olduğu iddiası geliyor. Ekonomi kötü ama dışarıda harikalar yaratıyoruz, temalı bir propaganda yürüyor ve üstelik kabul de görüyor. Türkiye’nin dünyada çok iyi ve gösterişli olduğu, bunu da bütün karanlık dış güçlerin türlü oyunlarına rağmen başardığı kanaati alıp yürüyor… Sonuca yansımasa da sözler ve semboller bu kanaati destekliyor. Son olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Şangay toplantısında verdiği fotoğraf gibi…
Biz keyifle fotoğrafı konuşurken ve bir yandan da Pakistan Başbakanı’nın benzer bir fotoğrafı havayı biraz bozmuşken ABD, 30 yıl sonra Kıbrıs Rum Kesimi’ne silah ambargosunu kaldırdı. Rum kesimi; yani bizim en nizalı olduğumuz ve birkaç gün öncesine kadar “Bir gece ansızın gelebiliriz” diyerek savaş seçeneğini masaya koyduğumuz Yunanistan’ın kardeşi… Bilmem, Şangay fotoğrafına heyecanla bakanlar resmin bu kısmını görüyor mu? Ya da birkaç ay öncesine kadar mavi vatan ilan ettiğimiz Ege’de estirdiğimiz rüzgarın ardından Yunanistan’ın da hayatında görmediği kadar silah desteği aldığını, ABD üsleriyle donatıldığı ve en nihayet Türk-Yunan sorunun artık bir Türkiye-Avrupa/ABD sorunu haline geldiğini… Büyük resim meraklıları acaba resmin bu kısmından haberdar mı?
Üstelik bütün bunlar en haklı olduğumuz iki dosyada yaşanıyor… Ege’de adaletsiz kıta sahanlığı düzeni ve adaların silahlandırılması her platformda rahatlıkla ses yükseltebileceğimiz, itiraz edebileceğimiz konulardır. Kıbrıs meselesinde Annan Planı’ndan kalma alacağımız tahsil edilmeyi bekliyor. Yani, diplomaside göğsümüzü gere gere konuşabileceğimiz dosyaların başında bu ikisi geliyor. Gelin görün ki başarılı dış politikamız sayesinde bize karşı olanlar kazandıkça kazanıyor. Türkiye’ye verilmeyen uçaklar Yunanistan’a veriliyor; biz F-35 projesinden çıkarılırken o uçaklar Yunanistan’a vaat ediliyor.
Diplomaside ölçü, ne yaptığın, ne söylediğin değil günün sonunda ne kazandığındır. Bizim elimizde bolca söz, ağır retorik ve Şangay liderleriyle neşeli fotoğraflara rağmen telafisi çok zor olacak avantaj kayıpları vardır.
Dış politikamız iyi gitmiyor… Bütün tezlerimizden vazgeçip İsrail ile “Filistin meselesi başka İsrail ile ilişkiler başka” noktasına gelmek -ki zaten İsrail de hep bunu istiyordu- başarı değildir. BAE ile o en ağır ithamlardan sonra el sıkışmak da öyle. Suudi Arabistan’la Cemal Kaşıkçı bahsini kapatıp dostluk aramak hakeza… Yahut şimdi Sisi ve Esad’la görüşme ayarlama çabamız da güçlü bir dış politikanın işaretleri sayılamaz. Zamanında, bugünler düşünülmeden sadece iç politikada kullanmak için söylenen sözlerin bir sabah unutulması reel politika uygulamakla açıklanamaz. İlişkiler birer birer yıkılırken sükunet ikazında bulunanlara, “Hain, korkak, işbirlikçi, şucu, bucu” dedikten sonra bugün sanki o laflar hiç söylenmemiş gibi davranmak Türkiye’nin prestijini artırmıyor.
Türkiye’nin iyi bir dış politikaya; yani, çıkar ilişkisine ve tutarlılığa dayalı, sadece yapabileceklerini söyleyen ve bu sayede güvenlik ve refah üreten bir diplomasiye ihtiyacı var. Ekonomi kötü gittiğinde isimleri belirsiz dostlardan borç almakla övünen değil, seçim için Batı’dan Doğu’ya, seçim geçince yeniden Batı’ya koşturan bir ülke hiç değil.
Dünya siyasetine yeni girmiyoruz. Pek yerli/milli bulmadığımız geçmişte bu ülke Kıbrıs’ta Türkleri korumak için hukuken henüz hakkı yokken diplomasiyle (1959) adaya iki topludan biri olarak ortak oldu, askeri harekatla (1974) da toprak kazandı. Öcalan’ı bir sözle ama kararlı ve arkasında duracağı belli bir sözle (1998/99) Suriye’den çıkardı.
Bugün o kadar caydırıcı mıyız, soralım kendimize…
Kaybettiğimiz kapasiteyi, itibarı ve önemi yeniden kazanmak için gerçek bir çaba göstermek zorundayız. Kötü ekonominin birinci sebebinin kötü dış politika olduğunu da unutmamalıyız.