Ekonomiden dış politikaya, ifade özgürlüğünü de içeren sosyal kutuplaşmadan bütün ana meselelere kadar içinde bulunduğumuz şartlara bakıp yakın dönemin en iyi günlerini geçirdiğimizi söyleyebilmek mümkün değildir. Daha iyi göstergelere sahip olduğumuz, daha sıkıntısız ilişkilerle yol yürüdüğümüz zamanlar çok olmuştu. Şimdi ise, özellikle ekonomide ağır bir kur baskısı altında bulunuyoruz ve art arda alınan önlemlere bakıldığında da üstesinden nasıl gelineceğine dair henüz kafamız netleşmiş de görünmüyor.
Mesela, Merkez Bankası’nın bir kalemde 6.25 gibi yüksek oranda faiz artırımına gitmesi ve buna karşılık Cumhurbaşkanı’nın “Bu yöntemler çare olmaz” mealindeki sözleri gibi. Yahut da neticede ürettiğimizden ve sattığımızdan daha fazla tüketip aldığımız için; yani borçlanmak zorunda olduğumuz için sistem üzerinde değişmez bir ağırlığı olan doların değer kazanmamasına karşı aklımıza ilk çare olarak sözleşmeleri Lira’ya çevirmenin gelmesi gibi… Yaklaşım böyle olunca gerçek bir çare aramak ve meselenin köküne gitmek ihtiyacı daha da artıyor. Nitekim, bütün önlemlere rağmen durulmayan piyasaların da gözünün bu köklü çarede olduğu anlaşılıyor. Şimdi bir de orta vadeli programın felsefesine ve hedeflerine bakmak gerekecek. Yani, ekonomide bir tahminde bulunmak için OVP’nin açıklanacağı bu haftanın perşembesini bekleyeceğiz.
***
Öte yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan Suriye dosyasında kalan en kritik sayfa için bastırıyor. Önce Tahran Zirvesi’nde dile getirmişti dün de Moskova’da Putin’le açık açık bir daha konuşarak yaptı bunu. İdlib’te teröristlerle mücadele bahanesiyle başlayan operasyonlar devam ederse bu Türkiye için dayanılması çok zor bir göç dalgası anlamına gelecek. Geri dönen Suriyelileri saymaya başlarken kaldırılabilecek bir göç dalgası olmaz bu. Sadece Esad’a hak edilmemiş bir zafer sunmakla kalmayacak bize de hak edilmemiş bir ağır fatura çıkaracak. Hem içerideki ekonomik stres artacak hem de ileriye yönelik planlamalar aksayacak.
İleriye yönelik planlamaların içerisinde Türkiye’nin Suriye’de kalan tek kırmızı çizgisi Fırat’ın doğusundaki YPG oluşumuyla mücadele planı da bulunuyor. Dün, Moskova’nın Ankara’yı sakinleştiren tavrından sonra Washington’dan olumlu adım beklemek “iyimserlik” olacak. Özellikle de rahip krizinin dumanı üzerinde tütmekteyken. Karşılıklı beklentilere bağlı diğer problemleri ise hiç saymayalım…
Hem ekonomi hem dış politikada zor bir yoldan geçiyoruz; burası açık. İkisinin birbiriyle ilişkisi de süreci yönetmekte daha dikkatli ve becerikli olmayı mecbur kılıyor. Kriz ve gerilim yokken bile kimseyle köprü atacak durumda bulunmuyorduk; şimdi ise bu hiç mümkün ve doğru değildir. Bilakis olabildiğince çok köprü kurarak, ekonomide yönetme tarzına bağlı riskleri azaltırken dış politikada da masamıza daha çok müttefik oturtmak mecburiyetimiz vardır.
Ekonomi yönetiminde olduğu kadar dış politikada da gerçekçi ve yorucu bir yönetime ihtiyaç vardır. İki sahada da Türkiye’nin çıkarlarını korumak demek daha fazla ülkeyle el sıkışmak ve onları bu çıkarların parçası haline getirmek demektir. İşler akşamdan sabaha düzelmeyecek ve ilişkiler de bir hamlede onarılmayacak ama mümkün olan en kısa sürede üstesinden gelirsek iyi olur. Zira bazı şeylerin geri dönüşündeki gecikme ağır faturalar çıkarabilir.