Bir ülkenin taşıyabileceğinden çok daha fazla sorunla yaşıyoruz ve üstelik giderek derinleşen bir sosyo-politik gerilimle kuşatılmış haldeyiz. Çok ağır yükleri yıllardır derinleşen sorunlarla birlikte taşımaktayız. Böyle bir tablo kaçınılmaz olarak geleneksel veya konjonktürel bütün sorunları çözmek için gereken enerji, dayanışma ve güven zeminini dağıtıyor. Dahası, çözülmüş veya aşılmış hissi veren sorunları güvensiz bir alanda tutuyor.
Mesela Kürt sorununu, gelir dağılımı adaletsizliğini veya eğitimi zaten çözemiyoruz ama bir şekilde üstesinden geldiğimiz dindarların devletle ilişkisi sorununu da bugünün siyasi gerilimi nedeniyle bir daha hiç sorun olmayacak seviyeye çıkaramıyoruz.
Neden sorun çözemediğimizi ve hatta üzerine ilave ettiğimizi izaha gerek yok; Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin lezzetli yetkileriyle ve kim olursa olsun Cumhurbaşkanı’nın tekrar seçilme ihtiyacı nedeniyle herhangi bir sorunda derinleşmek, risk almak ve çaba göstermek imkansızdır. Geçen süre bunu gösterdi, gelecek süre daha da açık gösterecek.
Bu sistem Cumhurbaşkanı’na sınırsız yetki veriyor ama aynı zamanda onu sınırsız bir yalnızlıkta, kendiyle başbaşa bırakıyor. Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın içinde bulunduğu hal de bundan ibarettir. Kararları tek başına almak zorunda ve bunun dışında bir yöntem olamayacağını hem ülkeye hem de yakın çevresine göstermek zorundadır. Öyle de yapıyor. Sürekli olarak birbiriyle çelişen teknik ve politik kararlar, atama ve görevden alma tercihleri ve en nihayet sözlerinde artan gerilim bu tablonun eseridir. Tek yetkili olarak karar verirken, sistem Cumhurbaşkanı’na hiçbir katılımcı unsur, kurum veya tecrübe aktarımı mekanizmasını hesaba katmayı mecbur kılmıyor. Tercihe dayalı yararlanma usulü de bilindiği gibi Cumhurbaşkanı’nın işine gelmiyor.
Yetki sınırsız ama bugün olduğu gibi icraatta başarı olmadığında biriken soruların yükü de taşınmaz noktaya varıyor. Cumhurbaşkanı mesela İstanbul Sözleşmesi’nden çıkarken, “Muhalefet bu işi bilmiyor. Biz kararımızı verdik girdik, girdiğimiz gibi de çıkarız. Biz kararımızı bildirdik böylece iş bitmiş oldu” demekle yerden göğe kadar haklı ve meşrudur. Evet istediğini yapar. Yaptı da…
Ne var ki idari açıdan sorumsuz olsa da ortaya çıkan soru işaretlerinin ürettiği siyasi ağırlıktan uzak durma şansına sahip değildir.
Tıpkı, Merkez bankası ve TÜİK başkanlarının 20 ayda neden 4’er kez değiştiği sorusu gibi.
Veya Merkez Bankası operasyonuyla 128 milyar milli rezervin nasıl olup da heba edildiği sorusu gibi.
Yahut 13 şehit verdiğimiz Gara operasyonunda hâlâ ortada olan sorular gibi.
Veyahut da Çin’e neden Uygur Türkleri/Müslümanları içini tek bir cümle söylenemediği gibi…
Dış politikada iyice karartma altında olan gelişmeleri saymıyoruz bile…
Evet, sistem içeride ve dışarıda bütün konularda Cumhurbaşkanı’na tam yetki veriyor. Herhangi bir dosyada istediği kararı verir, istediğini de vermez ve hatta isterse kimseye tek kelime açıklama mecburiyeti yoktur. Seçmen O’nu böyle yönetsin diye seçmiştir. Ama meselenin bir de yazılı olmayan kuralı vardır. Biriken bu kadar soruyla Türkiye’nin yol alabilmesi, adım atabilmesi, sorunları azaltabilmesi imkansızdır. O kadar çok cevapsız soru birikti ki bu eşikte “Olan oldu, önümüze bakalım” diyebilmek imkansızdır. Çünkü, muhalefetin muhalefet olsun diye sorduğu sorulardan bahsetmiyoruz. Aynı şeyleri sokak da soruyor…
Gizli kalan her cevap ülkeyi paçalarından aşağı doğru çekmektedir. Bundan sonra çekeceğini tahmin etmek de kehanet değildir. Bir yerde soluklanıp sorulara cevap vermeden ilerlemek ülke için imkansız, iktidar için yorucu olacaktır.