Doların Türk lirası karşısında kendi bildiği yolda yürüyüp rekor üzerine rekor kırmasından daha büyük felaket, bu gidişe karşı çaresiz kalınmasıdır. Ekonominin ne doları geri döndürecek ne de buna bağlı olarak hayat pahalılığı, işsizlik, -gerçek- faiz gibi paralel göstergeleri rayına oturtacak mecali yoktur. 128 milyar dolar rezervi buharlaştırmak bile yeterli olmamıştır. Nitekim, yerel seçim öncesi oy kaygısıyla dövizi tutmak için yapılan ve devamında durdurulamayan bu yanlış hamle sadece Türk lirasını perişan etmekle kalmamış, ekonomide zaten kırılgan olan dengeleri de aleyhimize çevirmiştir.
Faiz, işsizlik, enflasyon ve dövizde bütün kritik rakamlar çift haneye demir atmıştır. Başka göstergeye gerek var mı? TL değer kaybediyor diye ihracat artışıyla teselli bulmanın; ihracatı artıran yüksek kurun, aynı zamanda bağımlı olduğumuz ithal mallarında da fiyat rekoru kırdırdığı gerçeğini ıskalamanın faydası var mı? Türk lirasının değerini ölçen reel kur endeksi, AK Parti’nin iktidara geldiği 2002’nin de, felaket yıllarının zirvesi olan 1994’ün de gerisindedir. Standart değer 100, paramız ise 60’lara gerilemiş durumdadır.
Hükümetin aklı tamamen seçimde olduğu için, ekonominin ihtiyaç duyduğu hamleler yerine kendisine oy kazandıracak işlere öncelik veriyor ama dramatik şekilde bu tercih tabloyu kötüleştirirken seçmen nezdindeki durumunu da zorlaştırıyor. Yani, atılan veya atılacağı tahmin edilen adımlar ne seçime yarıyor ne de ekonomiye… Çünkü, insanlar gelir gider hesaplarında, hayat pahalılığından kendilerine düşen payda ve işlerin yolunda gidip gitmediğine dair analizlerinde asla yanılmıyorlar. “Oraya bakma, buraya bak” demekle veya “Biz değil, dış güçler sorumlu” deyip hedef şaşırtmakla toplumun kötü gidişe dair kanaatlerini değiştirmek mümkün değildir. Fiyat artışının suçunu marketlere yıkarak da olmaz, krizi pandeminin üzerine atarak da…
Türkiye, hamasetten ibaret büyük laflarla yönetilmek yerine kurallara uygun ve sükunetle idare edilseydi bugün yıllık kişi başı gelir 8 bin Dolar’a kadar gerilemeyecek, 15 bin doların üzerinde olacaktı. Aynı şekilde dolar 10 lira değil, 5 lira seviyesinde seyredecekti. Türkiye yerli ve yabancı yatırımcı için iş yapılamaz bir pazara dönüştürülmeseydi işsizlik ve hayat pahalılığı tek hanelerde kalacaktı. Deha sergilemeye gerek yok; sadece liyakatli insanlar ekonominin dümeninde olsaydı Türkiye bugün dünyanın en kötü yönetilen ekonomilerinden birisi olmayacaktı. Sadece iki kere ikinin dört ettiği kabul edilseydi tek haneli bir ekonomi olacaktık. Aksi tercih edildiği için, büyük bir potansiyele sahip ve daha önce başarıyı tatmış bir ülke şimdi hiç hak etmediği bir tabloya mahkum olmuştur.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, her şeyin dört dörtlük olduğunu düşünüyormuş. Bunun toplumdaki çaresizliğe ve dolar kaç lira olursa olsun sessiz kabullenmeye veya el yakan fiyatlar karşısındaki kanaatkarlığa bakarak söylüyorsa iyi bir analiz değildir. Neden kendisi böyle iyimserken herkesin durumdan şikayetçi olduğunu araştırmasında fayda vardır. Herkesin surat asıklığını muhalefetin yalanlarına(!) bağlıyorsa da en azından son günlerde koalisyon ortağı MHP ve BBP’nin kendilerini iktidarın dışında tutma çabalarına kulak vermesi iyi olur. En büyük destekçilerinin gözünde bile iktidar dışında durulması gereken bir unsur haline gelmişse, bunun kötü ekonomiyle ve toplumdaki memnuniyetsizlikle çok yakın bir ilişkisi vardır.
İktidarın her şeyden evvel, bitmek tükenmek bilmeyen ve zaten başarısız olan seçim ve hamaset ekonomisi düzeninden çıkıp gerçekçi modele dönmesi gerekir. Toplumun değil hükümetin acı ilacı içmesi şarttır. Acı ilaç da alışkanlıklardan vazgeçmektir. Hukuka, liyakata, ehliyete ve dünya gerçeklerine bağlanmak demektir. Başka da yol yoktur.