Cumayı cumartesiye bağlayan gecede olanlar sistemin artık bir sistem olarak tanımlanmasını zorlaştırıyor. Naci Ağbal’ın gidişi önemli mi, önemli… İstanbul sözleşmesinin iptali sarsıcı mı, sarsıcı… Kanal İstanbul projesinin devlet teminatına alınması ve bu şartlar altında projede ısrar etmek yanlış mı, yanlış… İki gün önceye gidelim; milletvekili dokunulmazlığının kaldırılması, HDP’ye kapatma davası açılması demokrasi için yaralayıcı mı, yaralayıcı…
Hepsinden önemlisi ve hepsi birden ülkenin, gücünü belirsizlikten alan bir yönetime gelip demirlediğini gösteren resmi tamamlıyor. Bu öylesine anlamlandırılması zor bir belirsizlik ki ‘Bir iktidar neden kendine faydası olmayan işleri yapıyor?’ sorusunun ötesine geçilemiyor.
Naci Ağbal olayı! Neden, yıllardır süren kötü ekonomi yönetiminin ardından “Artık makule geçildi ve küresel şartlarda olabileceğin en iyisi yapılıyor” diyebilme imkanı bir kalemde silinip atılıyor? Önceki ekonomi yönetimi hatalar yaptı, 128 milyar dolar dövizi tüketerek rezervleri eksiye indirdi, milli geliri küçülttü vs vs. Ağbal’ın Merkez Bankası Başkanlığı’na atanması böylesine dibe vuruşun ardından geçmişin temize çekilmesi için bulunmaz bir fırsat yaratmışken, sadece 4.5 ay sonra görevden alınması neden? Bırakın piyasaları, yatırımcıları, finans çevrelerini, sıcak parayı, soğuk parayı, hatta sokaktaki insanın reaksiyonunu; iktidar için böyle güvenli bir tabloyu bozmak neden? Dedikodular, söylentiler, faiz tartışması, yakın çevre iddiaları; hasılı, kulaklara çalınan hiçbir gerekçe durumu izaha yetmiyor. Hâlâ aynı soru; neden?
İstanbul sözleşmesinin iptali! İtiraz edeni var ama sahip çıkanı daha fazla var. Rakamlar gösteriyor ki oradan gelecek oylar gideceklerden daha fazla. Oy hesabı yanlış, toplumsal talep gerekçesi zaten yanlış… Türkiye, tarihinde ilk kez bir insan hakları belgesinden geri çekilecek kadar ciddi boyutta geri adım atmaya karar veriyor. Neden?
Kanal İstanbul ısrarı! Millet için bir proje milletin inadına yapılamaz. Üstelik, inşaat tercihi nedeniyle küresel rekabet fırsatlarının yıllar içerisinde birer birer kaçırıldığı aşikar olduğu halde hâlâ neden büyük inşaat hayalleri? Toplum istemiyor, insanlar bu katıksız ısrarı kararlılık değil inat olarak görüyor. Oy hesabı desen, burada da giden gelenden fazla. O zaman neden?
Cumartesi gecesi olanların ekonomiye, sosyal hayata, insan haklarına, kadın haklarına vereceği zararı ölçebiliyoruz ama bütün bunların peşine eklediğimiz “Neden?” sorusuna cevap bulamıyoruz. Tedirgin edici ve maliyeti hesaplanamayacak olan da budur. Ülkede işlerin kötü gitmesinden daha kötü olan, yanlış kararların olağan hale gelmesidir.
Bir süredir giderek artan dozda uygulanan belirsizlik ve sürprizin etkili bir yönetim aracı olduğu düşüncesi kesinlikle doğru değildir. Türkiye bugün o kadar öngörülemez ve standart tutmaz halde ki kurallar, kurumlar ve standartlara bilakis her zamankinden daha fazla ihtiyaç vardır. Başa çıkılması zor hale gelen problemleri en azından yönetilebilir seviyede tutmanı başka da bir yolu yöntemi bulunmamaktadır.
Demokratik görünüm, insan hakları, siyaset hakkı, ekonomide rasyonalite gibi bir ülkenin temel sermayelerinin hepsi birden erirken, güvenli limandan sürekli uzaklaşmak riski daha da artırıyor. Risk arttıkça maliyet ve fırsat maliyeti katlanıyor, hava bozuluyor; sözün, vaadin, paketin, planın kıymeti kalmıyor.