Ne kadar başarısız ve kötü olsa da bazı süreçler uzadıkça normalleşme duygusu kaçınılmaz olur. Toplumda bazen bezginlik, bazen çaresizlik bazen de mecburi istikamet gereği kayıtsızlık oluşur. Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu ve seçim zamanında olacağına göre sonuna yaklaştığı bu dönemin karakteri de böyle şekillendi. Başarılı sayılmak şöyle dursun AK Parti’nin kendi standartları içinde bile son derece başarısız bir dönem; biraz propaganda kabiliyeti, biraz dış faktörler ve biraz da muhalefetin zamana oynama ihtiyacı sayesinde ‘normalleşme’ aşamasına ulaştı.
Oysa bu dönemin içinde sıradışı bir ekonomik kriz zinciri vardı. Yani, kriz ne pandemiyle ne de Rusya işgaliyle ilgiliydi. Daha ikisinin de kapağı açılmamışken, dünya enflasyon bilmezken ve durgunluğu aklına bile getirmemişken Türkiye ekonomik kriz içindeydi. 128 milyar dolar, 2019 yerel seçimlerinden önce, dolar tabelası yerinde durabilsin diye ve malum faiz teorisi işlesin diye buharlaştırılmaya başlamıştı. Kötü yönetime kötü yönetim eklendi, Merkez Bankası başkanlarının, ekonomi bakanlarının biri gitti diğeri geldi. Hata üzerine hata yapıldı, pandeminin ürettiği dış ticaret fırsatları bile kullanılamadı ve kriz iyice derinleşti. Derinleşince ve seçimin de ayak sesleri duyulmaya başlanınca bu kez hesabı kitabı umursanmadan var güçle ve can havliyle popülist icraat hamleleri başladı.
Yükselmesin diye 128 milyar dolar heba edilen kur rekorunu yine kırdı, 18 bilmem kaçı buldu. Üstelik şimdi, daha da yükselmesin diye aynı yolla heba edilen rakam 205 milyar dolara kadar çıktı. Kimin umurunda? Bir iktidarın asla bulaşmaması gereken bir yanlış; yani arka kapı işlemleri normalleşti… Madem işe yarıyor, Rusya’dan gelen para da sağdan soldan ‘dostlardan’ alınan borçlar da aynı yolda harcanmaya devam ediyor. 128 milyarı buharlaştırmak değil, imkan varken daha fazlasını yapmamak ayıp oldu!
Geçelim ekonomiden daha tatsız olan dış politikaya. Bu dönem içinde ne kadar tanıdık bildik memleket varsa hepsiyle kavga ettik, hepsine akla hayale gelmeyecek sözler söyledik. Mısır, İsrail, BAE, Suudi Arabistan ve evvelden de kavgalı olduğumuz Suriye… İktidar, İstanbul seçiminde, “Sisi’ye mi oy vereceksiniz, bizim adaya mı?” sloganını kullanıyordu, daha ötesi var mı? Aradan aylar geçti şimdi Sisi’yle görüşmenin bir yolu aranıyor, bulunamıyor. ‘Darbeci’ BAE’yle ve ‘Cemal Kaşıkçı’nın katili’ katil Suudi Arabistan’la bir yol bulundu neyse ki! Esad’la da eli kulağındadır… Hasılı, dış politika da normalleşti gitti. Yanlış kavgayla, iç politika için yükseltilen tansiyonla geçen yıllarda ülkenin kaybettikleri yanımıza kâr kaldı. Çelişki ve tutarsızlık ise iktidarın değil muhalefetin sorunu oldu. Bugünleri tahmin etselerdi!
Normalleşelim, unutalım, alışalım…
Bu dönemde seçilmiş belediyelere kayyumlar atandı, kazanılmış seçimler iptal edildi… Sayısız insan birkaç satır söz yüzünden takibata uğradı, hapse atıldı. Sayısız genç sınavı kazanmasına rağmen mülakatta elenerek hak ettiği işe giremedi… Konserler, festivaller iptal edildi… Siyasetin dili tahammül edilemez bir seviyeye indi, daha da iniyor. İşler kötü gittikçe popülizm arttı, popülizm arttıkça işler kötü gitti. Daha kötüsü olamaz denilen ne varsa daha kötüsü olabildi. O kadar çok imkansız şey peş peşe yaşandı ki beklentiler pes etti ve toplumun umudu “her şey olur”a kadar geriledi.
Türkiye başkanlık sistemiyle yola çıkarken umutsuzca da olsa normalleşme arıyordu. Sonuçta bir normalleşme oldu olmasına ama iktidarın ülkeyi geri götüren standartları normalleşti. Toplumun şaşırma duygusu yok oldu…
Sonuçta ülkenin elinde kalan ekonomide, dış politikada, eğitimde, sanayide, veya ulaşımda, kültürde başarı öyküleri değildir. İktidarın da bitmek tükenmek mazeretlerden başka hikayesi bulunmuyor.
Bu yüzden, 2018/2023 döneminde iktidarın ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın en büyük başarısı böylesine kötü bir yönetime rağmen beş yıllık süreyi eksiksiz ve erken seçimsiz tamamlamak olacak. Geride kalan yıllara bakın, yapılanları ve yapılamayanları hatırlayın; bunun asla küçümsenecek bir başarı olmadığını göreceksiniz.