Önce Bahçeli, dün de Erdoğan seçimi bir iki ay öne almanın kapısını araladı. Ama buna artık bir erken seçim diyemeyiz… Yaşanan ve yaşanmakta olan ekonomik kriz ile Türkiye’nin dış politikada takip edilemez seri hareketleri elbette bir erken seçimi gerektiriyordu. Riski azaltmak ve işleri yönetilebilir seviyeye çekebilmek için tazelenme ihtiyacı vardı. En azından bir yıl öncesinde sandık kurulmalıydı ve bu ülkenin hayrına olurdu. Geçen her saat, ekonomi ve dış politika üzerindeki yükü bugünler ve yarınlar için artırdığı için seçim gerekliydi.
Ama olmadı. Çünkü muhalefet yeterince baskı yapmadı, iktidara zaman lazımdı. İstediği zamanı aldı. Neticede bu ağır krize ve yönetim problemine rağmen beş yılı tamamlamak Erdoğan’ın bu dönemdeki en büyük başarısı olarak kayda geçti. Bir şey olmamış gibi, aslında büyük problemler yokmuş gibi ve beklenen seçim seçimlerden bir seçimmiş gibi, zamanında seçime ulaşmayı başardı. Küçümsenemez bir siyasi başarı çünkü seçimi zamanında yapmak, muhalefetin başta ekonomi olmak üzere itiraz ettiği konularda iddia edildiği gibi bir sıra dışılık olmadığı, durumun aciliyet göstermediği mesajını da içerir.
Dolayısıyla, seçimin Nisan sonu veya Mayıs ortasında yapılma ihtimali kesinlikle erken seçim anlamına gelmez. Zamanında; yani Haziran’da yapılması da çok şey değiştirmez. Bir iki ay önce yapılırsa bunun tek anlamı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın propaganda planında bunun işe yarayacağını düşünmesidir. Ve seçim takvimi üzerindeki mutlak hakimiyeti nedeniyle kampanya üstünlüğünün teyididir.
Ara özet verelim… Erken seçimi zorlayamamış olmak, sayısal gücü olmaması mazeretiyle bu konuda güçlü bir baskı oluşturmamak muhalefetin iktidara cömert hediyesinden başka bir şey değildir. Unutmayalım, ekonomik kriz içinde aylar yıllar geçti ve ülkede tek bir erken seçim talebi mitingi bile yapılmadı.
Muhalefetin; yani Altılı Masa’nın erken seçim konusunda neden ısrarcı olmadığını biliyoruz. En önemli sebep ortak aday belirleyememektir. Aday olmayınca da topluma daha iyi bir yönetim vaadinde bulunmak fazla anlam taşımıyor. Bunu da “Adayı erken açıklarsak yıpratılır” gibi daha anlamsız bir gerekçeye dayandırdıkları için meydan her açıdan Erdoğan’a kaldı. Defalarca ekonomik model deneme imkanı buldu, istediği ülkeyle bozuşup barıştı ve en nihayet bugün olduğu kendisi ne verirse yine kendisi üzerine beş puan koyacak rahatlığa ulaştı. Bütün tuşlara basıp, tutmazsa yeniden denemek gibi sınırsız bir imtiyaz kullandı. Üstelik bunu, yakın tarihin en büyük ekonomik krizinin sorumlusu olarak yapabiliyor. Ayrıca, geçen yılın ikinci yarısından itibaren de neredeyse tek kale oynuyor. Popülizm ve kişisel yönetim zirveye varırken, günden belirleme üstünlüğü de yeniden tekeline geçti. İstediğine istediği zammı da verebiliyor kendisi için risk gördüğü takdirde istediği siyasetçiye ceza da verdirebiliyor. Oyları hala istediği seviyede değil ama en zoru atlattığı kesindir.
Altılı Masa’nın bu sürede yaptıklarını küçümsemiyorum. Altı ayrı partinin bir potada benzerine kolay rastlanmayacak bir işbirliği kurması ve bunu geliştirmesi çok değerlidir. Erdoğan’ın birinci hedefi hala o işbirliğini dağıtmak olduğuna göre Masa’nın varlığının önemi daha iyi anlaşılır. Ancak, yol, yöntem ve aday belirleme mesaisine odaklanmış olmak Altılı Masa’nın daha güçlü muhalefet yapabilme kapasitesini zayıflattı. Bu mesaiye odaklanıp yüksek siyaseti ıskalamak Masa’dan çıkan ortak sesin desibelini düşürdü. Altılı Masa, daha verimli değerlendirilebilecek zamanların ardından beklentisi yüksek seçmene zımmen “Siz bizi bütün çalışmalarımız bittiğinde görün” demiş oldu. Çalışmalar bitecek, yol haritası belirlenecek ve finalde de hepsinin merkezinde bir aday olacak. Altılı Masa’yı geçek alamda o zaman tartıda göreceğiz. Bir cumhurbaşkanı adayı, yanında yardımcı adayları, hatta bazı bakan adayları vesaire; hepsi birden sahnede… Ya hep ya hiç. Verdikleri veya anlaşılmasını istedikleri mesaj budur.
İddialı ama aynı oranda riskli bir strateji. İktidarın seçim takvimine sıkı sıkı bağlı olması bir yana, kendisini anlatmak adına sıfır hata gerektiren bir strateji. Bu arada iktidarın yapmaya devam ettiklerine ne kadar açık ve duyarlı olduğunu bilmediğimiz bir strateji. İmamoğlu davasının yansımalarında gördüğümüz veya göremediğimiz gibi…
Artık belli ki Altılı Masa’nın adayının kim olduğu dahil, nihai ortaklık tablosunun nasıl olacağına kadar birçok konuyu seçim tarihi ilan edilmeden anlayamayacağız. Muhalefet formasını giyip oyuna çıkmak için Erdoğan’ın -veya Bahçeli’nin- işaretini bekleyecek. Açık ki Erdoğan da doğalgaz, EYT, asgari ücret ve emekli zammı zincirinin devamına ekleyeceği halkaları tamamladıktan sonra bütün bunların etkisinin geçmeyeceğini düşündüğü bir tarihte seçime evet diyecek.
Görüldüğü gibi hiç de büyük bir ekonomik kriz zemininde gidilen sıra dışı değil aksine seçimlerden bir seçim! Bakacağız, seçmen de öyle mi düşünüyor.