Gündemdeki meseleler ve o meseleler altında kıvranıyor olmamız, bazen zihinlerde sanki tarihi tecrübelerimiz yokmuş ve her şeye yeni başlamışız hissi uyandırmıyor mu? Oysa ne kadar meselemiz varsa hemen hepsine dair o kadar da tecrübemiz vardır. Sadece bizim değil, istediğimiz zaman müracaat edebileceğimiz dostlarımızın, düşmanlarımızın; bütün insanlığın denenmiş netice almış tecrübeleri de vardır.
Birbirinden farklı hikayeleri ve hedefleri olan bir toplumlar dünyasında yaşıyoruz.
Türkiye’nin de çok meselesi var ama dünyada meselesi olmayan ülke de yoktur. Elimizi başımızın arasına alıp sabah akşam “Ne kadar dertli, ne kederli, ne meşgul bir ülkeyiz” diye eyvahlanmak manasızdır. Mamafih, hiçbir mesele, hiçbir problem dertlenerek, ağlaşarak çözülmeyecektir.
Esasen, coğrafya ve jeopolitik mecburiyetler sebebiyle zaten sıkıntılara aşina bir haldeyken ilaveten kendimize mesele üretmeyi bırakmanın da zamanı gelmiştir.
Türkiye muhakkak surette bir demokrasi olarak yürüyecektir. Sadece demokrasi değil, özüyle sözüyle bir hukuk devleti olarak da yürümek mecburiyetindedir.
***
Bu hakikati benimsedikten sonra kendi kendimize mesele çıkarmanın; temel hakların bazıları bazen yok sayılabilirmiş gibi davranmanın faydası yoktur. Evet yok sayılabilir hatta gasp edilebilir ama tecrübeyle sabittir ki işe yaramaz; telafisi de zor olur.
Bir ülkenin kendine yaptığı kötülükler hep bu hakikati ıskalamakla başlar; unutmayalım.
Böyle olunca karşılıklı bitmek tükenmek bilmez bir gerilim ve kutuplaşma başlar. Evet, dünyada bütün devletlerin meseleleri vardır ama Türkiye kadar gergin ve somurtkan bir toplum pek azdır.
Bütün dünya, karanlık güçler, gizli mahfiller -en azından yalnızca- bizimle uğraşmıyor. Bilakis, biz bazen tarihi tecrübemizi ve potansiyelimizi unutarak toy bir toplum gibi davranıyoruz. Siyaset de böyle davranıyor, bürokrasi de, medya da, akademi de…
***
Şu halde sadece, komplodan, vehimden, hafiyeci ruh halinden bir nebze arınmak bile meselelerin büyük kısmını halletmeye yetecektir. Biraz sakin, biraz normal olmak gerekiyor; o kadar… Sırf bu sükunet sayesinde bile irili ufaklı birçok meselenin doğamayacağına şahitlik edeceğiz.
Önce bir bütün olarak siyasetin, siyasal liderlerin toplumdan talep ettikleri dayanışma ve empatiyi ayrım yapmaksızın herkese içtenlikle göstermeleri gerekiyor. İnsanları yaftalayan, ürküten ve hayatın her alanında tedirgin eden tarz terkedilmelidir. Zira, toplumda bu hissiyat varolduğu müddetçe hiçbir büyük meseleye karşı gerçek bir dayanışma ve işbirliğinden söz etmek mümkün olamayacaktır.
***
Bir yandan terörü lanetleyip, bir yandan gizlice o terörün bir iktidar değişikliğine yol açma umudunu içinde barındıran insanların varlığına öfke duymak kadar o hissi kaynağında kurutmanın yolunu bulmalıyız.
Veyahut da Cumhurbaşkanı’nın, Başbakan’ın seyahatlerinde kimlerle görüşüp kimlerle görüşemeyeceği üzerinden heveskarlık halini; o iki taraflı psikolojiyi yenmeliyiz.
Bütün bunlar için de hayatı ve hayata değen siyasi kavramları normalleştirmek zorundayız.
Tahammülümüz ne kadar azalsa da, haklı ya da haksız isyanımız ne kadar depreşse de hukuk ve demokrasi şuuru olmadan güvende olamayız, refah üretemeyiz. Hukuk şuuruna sahip olmanın ise, kayıtsız şartsız bir başkasının hakkını hukukunu benimsemeyi ve her durumda eşit muameleyi zaruri kıldığını da akıldan çıkarmamalıyız.