Seçim kararının alınma şekli; yani MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin kullandığı inisiyatif ve devamında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tarih konusunda verdiği karar siyasi tartışma konusu olmaya devam edecektir. Ya da merak konusu…
Bilhassa Bahçeli’nin seçim çağrılarının geçmişte yarattığı siyasi sonuçlar bağlamında bu mesele merak edilmeyecek gibi de değildir. Bugün, oyları bir hayli erimiş olduğu halde siyaset üzerinde bu denli etki sahibi olması da sadece merak konusu değil aynı zamanda siyasi bir başarı öyküsü olarak değerlendirilmeyi de hak ediyor. Öyle ya da böyle, seçim istedi ve bunu sağlamayı başardı.
***
Gayet tabii, Devlet Bey’in seçim kararını tek başına değil anlaşarak aldığı tezini de ıskalamıyorum. Belki öyle, belki değil ama ihmal edilemez bir ağırlığı olduğu ve seçimi güçlü bir şekilde istediği ortadadır. Buradan bakarak da erken seçime zorlamasının ardında bir kötü niyet, oyun veya plan olduğunu düşünenlerden değilim. Yani, Erdoğan’ı ve AK Parti’yi bir sürprize sürükleme amacı taşıdığına inanmıyorum. Bilakis, tek başına iktidar olsa dahi elde edemeyeceği müttefik yönetim imtiyazını devam ettirmek, sağlama almak ve uygulanmakta olan politikalara destek tazelemek amacı taşıdığı gerekçesi daha mantıklı görünüyor.
Meselenin bu kısmını geçelim… Artık Türkiye’nin önünde sadece erken değil, hızlı ve yoğun bir seçim trafiği bulunuyor. 24 Haziran, her seçim kadar tarihi ama her seçimden biraz daha fazla önemli bir günü ifade ediyor. Çünkü, başkanlık sistemine geçiliyor ve ileri düzeyde yetkilere sahip bir Cumhurbaşkanı seçilecek. Parlamentonun şu anda da bir hayli zayıflamış bulunan önemi biraz daha azalacak. Asayişten ekonomiye, eğitimden dış politikaya kadar ülkenin ne kadar sorunu, hedefi, işi ve gelecek planı varsa hepsinin seçilecek Cumhurbaşkanı’nın sorumluluğunda olacağı yeni bir döneme girilecek.
Öte yandan, hem Bahçeli’nin hem de Erdoğan’ın erken seçim gerekçelerinden de anlaşıldığı kadarıyla Türkiye bir beka sorunu yaşamaktadır ve ayrıca yaklaşan dönemde ekonomi sahasında da risklerle karşılaşabilir. Buna ilaveten, dış politikadaki belirsizlikler, dünya ile ilişkilerde yaşanan güven bunalımı ve özel olarak Avrupa Birliği ile giderek açılan makası da kaydetmek gerekiyor. Ve tabii ki siyasal ve sosyal planda açıkça gözlemlenen gerilim ve birlikte yaşama sorununun giderek hacim kazanması…
Bütün bu ağır mesainin yükü yeni dönem parlamentosunun değil, seçilecek cumhurbaşkanının omuzlarında olacak. Nitekim, yeni sisteme geçme gerekçesi tam da bu sebeple sorunların çözümü için daha hızlı ve doğrudan karar almak adına yetkilerin tek elde toplanmasının faydalı olacağı tezine dayanıyordu. 24 Haziran, işte bu tezin sınanması adına yapılacak bir seçimdir.
***
Şu halde Türkiye’yi beka sorunundan kurtaracak, ekonomideki muhtemel riskleri bertaraf edecek ve toplumsal barışı tesis edecek bir seçim yapacağız demektir. Dolayısıyla, seçim sath-ı mailinde Türkiye’yi pozitif bir gündem beklemektedir. Yapıcı, toleranslı, dünyayla iyi ilişkileri esas alan, toplum içindeki farklılıkları gözeten, ekonominin üzerindeki demokratik ve hukuki problemleri bertaraf etmeyi konuşan ve adayların bu istikamette yarıştığı bir kampanya dönemi beklemek de hakkımızdır.
En az seçim kadar erken ve hatta acil olması gereken budur.
Ülkenin beka sorunu yaşamayacağı, insanların tedirgin olmayacağı, olağanüstü hale ihtiyaç duyulmayacağı ve en nihayet hayatın normalleşeceği bir dönemi arzulamak fazla iyimserlik olmasa gerek. Ne dersiniz?