Sandıklara koştuk, seçimi yaptık ama hâlâ tam manasıyla “seçim sonrası süreç”te değiliz. Değiliz fakat yine de öyle diyelim… 31 Mart’ın en değerli halkası olan İstanbul seçimi tekrarlanacak ve tekrarlanmakla kalmayıp sonuca göre merkezi iktidarı etkileyebilecek bir sandık kurulacak olsa da yine seçim sonrası süreçteymişiz gibi davranalım. Zira çok ihtiyacımız var.
Önceki seçim sonrası süreçlerde olduğu gibi bu kez de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sandıktan çıkan mesajı alıp almadığı, aldıysa ne anladığı, değilse ne yapmayı planladığı üzerine birçok teori yazılıp çiziliyor. Balkon konuşmaları bu faaliyetin ve tahminlerin en önemli referanslarıydı. Malum, Erdoğan seçim gecesi de balkona çıktı ama o gece yaptığı konuşmanın ruhu YSK’nın iptal kararına kadar sürdü. Devamında Türkiye İttifakı fikrini ortaya attı; bunu da ittifak ortağı beğenmedi. Beğenmemek şöyle dursun bayağı hiddetlendi... Böylelikle demir soğumadı, hatta birkaç derece kızıştı bile. Arada, Kılıçdaroğlu’na saldırı yaşandı ve o saldırıyı neredeyse alkışlayan görüldü.
Karşılıklı ağır sözleri artık saymaya gerek var mı bilmem. Ne kendiliğinden bir önemi ne de siyasi kıymeti olan ağır sözleri…
Yani demir soğumuyor…
***
Cumhurbaşkanı en son “Hepimiz aynı gemideyiz” dedi. Gayet tabii, bir ülkenin bütün vatandaşları aynı gemidedir. Birinin iyi ve kötü halleri diğerinin hayatını etkiler. Geminin bir kısmı su alıyorsa tamamı batma tehlikesi yaşıyor demektir. Ya da tersi… Kader birliği; ortak fayda, ortak mutluluk veya ortak istikamet açısından benzetme son derece doğrudur.
Bununla birlikte ülkeler gemi gibi denizin ve ıssızlığın ortasında yaşamazlar. Siz çok isteseniz de gemi arzuladığınız istikamete gitmeyebilir. Dünya diye bir gerçek vardır ve aldığınız almadığınız ve de alamadığınız bütün kararlar mukadderatınızı etkiler. Geminin rotasını belirlemek ve sahili selamete varmasını temin etmek için ortak aklı ve istişareyi çalıştırmak zorundasınız. Bir demokraside ortak akıl da yönetici elitin, iktidarın ve bürokrasinin beyin fırtınasından ibaret değildir. Bütün ülkenin; yani, muhalif muarız, zengin fakir, genç yaşlı, kadın erkek, azınlık çoğunluk ahalinin tamamının beyin fırtınası yapabilme serbestisi demektir. Yani, en basit ve bilinen tabirle düşünce özgürlüğü ve ifade hürriyetinin varlığı demektir. Bu olursa, herkesin fikrini rahatça ifade edebildiği bir sistem kurulursa o zaman gemide seyahat de keyifli olur.
Türkiye, 24 Haziran’dan beri, yani başkanlık sistemine geçişin ilk seçiminden itibaren ekonomik kriz, diplomatik gerilimler ve şimdi de tekrarlanan seçimler nedeniyle gerçek gündemine odaklanamadı. Gerçek gündem dediğimiz şey, ekonomiden diplomasiye kadar bütün sorunların anası olan demokrasi eksikliğinin giderilmesi ve hukuk devleti düzeninin acilen tesisidir. Bu ihtiyaç öylesine acil bir hal aldı ki ve bunlara bağlı sorunlar o kadar birikti ki Cumhurbaşkanı’nın bu kez toplumun önüne tartışma koymak yöntemini pas geçip doğrudan hamle yapmasının vakti geldi.
Evet demir soğumalı, evet aynı ruhu taşıyoruz, evet aynı gemideyiz… Hatta yeni değil, onyıllardır söylendiği gibi sevinçte, tasada, kederde, kıvançta da biriz…
Buna ne şüphe…
Ama artık herkese bu kavramların sahici ve değerli olduğunu hissettirecek adımları atalım. Herkese derken gerçekten herkese… Kimsenin dini, dili, fikri, etnik kökeni, bölgesi ve doğuştan gelen özellikleri nedeniyle ayırım göremeyeceği prensibine riayet ederek hayata geçirelim. Sadece sorunlarını hâlâ çözemediğimiz Kürtlere ya da Alevilere değil, bu kesimlere ilaveten mutsuzlukları gözlerinden giderek daha fazla okunan yeni problemli kesimlere de eşit vatandaş olduğunu hissettirelim.
Hissettirelim ki bu ülke sorunlarını çözmek yerine kendi kendisine afra tafra yapmaktan ve birbirine eziyet etmekten kurtulabilsin.