Mülteci sorunu artık Avrupa için tarih boyunca referans olacak bir anahtar vak’aya dönüşmüş bulunuyor. Olayın içinde bulunmak ve yaşananlara günbegün tanıklık yapmak bu tarihsel değeri hissettirmiyor olabilir. Ancak, bugün ülkelerin, halkların ve liderlerin tutumu on yıllar sonra da kritik edilecektir.
Bir anlamda ülkelerin ve halkların sicil defterleri yeniden tanzim ediliyor. Büyük bir göç, büyük bir insanlık sınavı aynı anda yaşanıyor.
8 milyona varan Suriye, herkesin gözü önünde ölüm kalım mücadelesi veriyor. Savaş başladığı günden beri 12 milyon Suriyeli evlerini terketti ve resmi rakamlara göre bunların 4.5 milyonu komşu ülkelere göç etti. Herkesin bildiği gibi, en çok mülteci kabul eden ülke de 2 milyon 800 bin ile Türkiye oldu. Ülkelerinde kaldıklarında ölüm kaçınılmaz, göç ettiklerinde ise hayatlarını kurtarabiliyorlar ama bu kez de sefalet ve kaybolan hayatlara mahkumiyet kaçınılmaz. Avrupa’ya kaçış manzaraları, boğulmalar, ölümler bu kaçınılmaz sonun dramatik sahneleri olarak insanlık hafızasına kazınıyor.
***
Avrupa ülkeleri hükümetlerinin mülteci dramı konusunda ahlaki tutum şöyle dursun, yaratıcı ve becerikli bir politika izledikleri söylenemez. Bunu söylemek mümkün olsaydı art arda başarısız ve kafa karışıklığıyla dolu zirvelere mahkum olunmazdı.
Hükümetlerin yanı sıra Avrupa toplumları da mültecilere karşı anlayışsız ve dışlayıcı tutumlarıyla başarısız bir sınav veriyorlar. Ancak, sokaktaki insanların tavrını hükümetlerin kaygı yansıtan tutumlarının etkilediğini unutmamak lazımdır. Merkezi hükümetler, Türkiye sorumluluğu üstlendiği dönemde olup bitene duyarsız kaldılar; sınırlar aşılmaya başladığında da çaresizlikle yapay çözümlere yöneldiler. Bütün bu manzara, zaten zihinsel ve tarihsel olarak öteki olana karşı empati sorunu yaşayan ortalama Avrupalı’nın reaksiyonunu depreştirdi.
***
Şimdiden sonra her geçen gün, kalıcı bir çözüm imkanını daha da daraltacaktır. Merkel dışında hiçbir lider sonu başarısız olacak bir plan için sorumluluk almak istemiyor. Esasen mültecilerin Avrupa’ya kabulüyle sonuçlanacak hiçbir plan başarı olarak da görülmüyor.
İşte, insanlık tarihinin en büyük göç sorunu böylesine kısır ve vizyonsuz bir denkleme sıkışmış durumdadır. Bu çapta bir sorunu çözmek için Avrupa içinde birden fazla güçlü ve büyük lider gerekirdi; ne yazık ki kıta siyaseti böyle bir dönem yaşamıyor. Birden fazla empati duygusuna sahip ve öteki olana karşı ahlaki sorumluluk hisseden liderler dönemi Avrupa’nın sınavı için de insanlık için de büyük bir talih olurdu. Ama bu mümkün değildir.
***
Şu halde geriye, ruhsuz da olsa iyi işleyen, teknik olarak riski en aza indiren bir plan üretebilmek kalıyor. Önce, Türkiye dahil bütün komşu ülkelere göçü kaynağından bitirecek bir Suriye yaklaşımı, ardından da külfeti adil bir şekilde paylaşacak bir dağılım planı gerekiyor. Türkiye gibi mülteci nüfusunun büyük çoğunluğunu üstlenmeyi kabul eden ve ayrıca geri kabul anlaşmasına hazır olan bir partneri varken Avrupa Birliği’nin bu kadarını olsun başaramaması; geriye insanlık ayıbına ilaveten büyük bir beceriksizlik öyküsünden başka
bir şey bırakmayacaktır.
***
Üstelik bütün bunlar olurken Türkiye’nin talep ettiği maddi yardımı bir şantaj unsuru gibi sunmak da ucuz bir kaçış yolundan başka bir şey değildir. Zira, Ankara ölümden kaçan insanlara sınırlarını açarken bir noktada AB’den 3 milyar Euro alma umudu taşıyor değildi. Parayı sisteme sokan Avrupa’nın şimdi böylesine büyük bir sorun karşısında zaten komik sayılabilecek miktar üzerinden propagandaya müracaat etmesi mülteci krizinin neden bu kadar derinleştiğini
de gösteriyor.