CHP son seçim soncuları ve devamındaki anketlere göre birinci parti konumuna oturdu. Siyaset bilimci Hatem Ete’nin isabetli analiziyle bu durum başlı başına “en önemli siyasi gelişme” olarak tanımlanmayı hak ediyor. Siyasette neler olup bittiğini soranlar, genelde sansasyonel cevap beklentisi peşinde olsa da CHP’nin “birinci parti” olması ve bunu devam ettirmesinden daha önemli bir cümle duyamayacaklardır.
Bununla birlikte, “Ak Parti’nin değişip değişmediği, son seçimden gerekli dersi alıp olmadığı” bahsi hala merak konusu olmaya devam ediyor. Değişti mi değişecek mi, kadrolar yenilenecek mi, revizyon kapıda mı bacada mı vs. vs. Ak Parti’nin 31 Mart muhasebesine dair dedikodular, CHP’nin birincilik konumunu koruması için verilen tavsiyelerden aşağı kalmıyor. İlginçtir, seçimin üzerinden şu kadar zaman geçmesine rağmen Ak Parti’nin ve Erdoğan’ın değişiminden umut da kesilmiyor.
Oysa, 31 Mart’tan sonra en az 31 Mart kadar önemli sonuçlar doğuran siyasi gelişmeler yaşandı ve hepsi de Ak Parti’nin ne olup ne olmayacağına ilişkin güçlü mesajlar verdi. Bunların başında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çok heves ettiği “siyasette normalleşme” girişimi geliyor. Değişim olacaksa; siyasette kutuplaşmaktan hiç çekinmeyen iktidar partisinin bu yoldan dönmesiyle olabilirdi. Olmadı. MHP açık ve net ve hatta ittifakı masaya sürerek bu yolu kapattı. Yol kapanır kapanmaz Erdoğan da Özgür Özel’le iki kez görüşen kendisi değilmiş gibi, “İyi oldu. Sayın Bahçeli çok doğru zamanda konuyu kapattı” diyerek normalleşme kapısından geri döndü. MHP’nin yerine koyacak başka bir MHP yok çünkü.
Bu meseleyle yakın alakalı olan Sinan Ateş cinayetinin dava süreci de bir başka değişim karşıtı gelişmedir. Anlaşıldı ki MHP için bu konu herşeyin üzerinde önemlidir ve yine iddianameden anlaşılan o ki davada sonuna kadar gidilemeyecektir. Böylesine sarsıcı bir vakada hukuk tecelli etmezse iktidar sandıktan çıkan mesajı da ülkenin beklediği değişim ihtiyacını da kavrayamamış demektir.
Son olarak Murat Kurum’un bakanlığa geri dönmesi vak’ası… Geçen dönemdeki beş yıllık bakanlığında, provası dahi yapılan ve geleceği belli olan depreme karşı önlem almak yerine büyük şehirlerde rant alanlarını geliştirmeyi tercih eden ve üstüne İstanbul’daki ağır seçim yenilgisini ekleyen bir ismi bakanlıkla taltif etmek de değişim faslını kapatmanın başka işaretidir. Değişim şöyle dursun, mutlak geriye dönüş kararıdır.
Başka işaretler de var ama bu kadarı yeterli… Dolayısıyla, Erdoğan hal-hareketleri ve kararlarıyla sandıktan mesaj almaktan iyice uzaklaşmışken ve yenilenmeye prim vermezken hala “Değişim ne zaman olacak? Sandıktan çıkan mesaj alınacak mı?” beklentisi içinde olmak fazla naifliktir. Bunu ekonomideki rasyonel hamlelere bakarak bekleyenler de yanılıyor. Çünkü, ekonomide deniz bitmişti ve duvara çarpmak üzereydik. Başka çare yoktu. Cumhurbaşkanı geride kalan beş yılın birbirinden yanlış yönetim tercihlerinin faturasının kaçınılmaz sonucunu kabul ederek yeni ekonomi takımına izin verdi. Rasyonelleşmeye inandığı için değil. Şimdi de umudu, Mehmet Şimşek ve ekibinin yüksek faiz veya yabancı yatırımla, maliyeti ne olursa olsun biraz para toplaması ve o parayla sonraki seçime giderken bir daha popülizm yapabilme imkanına kavuşmaktır. Cumhurbaşkanı’nın bildiği, inandığı ve faydasını da gördüğü rasyonel yol budur.
Toplamda, siyaset cephesinin en azından iktidar ayağında değişen bir şey yoktur. Ne değişim imkanı ne de değişme arzusu vardır. Hatta, böyle bir eğilimi zaaf ve otorite kaybı olarak görülmektedir.
Muhalefet de yeterince değişimci değil ama hata yapmadan gitmeyi başarıyor ve geçmişteki hatalara kıyasla CHP için bu çok değerli bir politikadır. Şımarmadılar, omuzlarındaki yükün ağırlığını biliyorlar ve “normalleşme” girişiminde oyun bozan taraf olmamayı başardılar. Onları, hala birinci sırada tutan da bu olumlu gidiştir.
CHP böyle devam ederse, değişim ihtiyacı Ak Parti’nin kapısını 31 Mart’tan daha sert şekilde bir kez daha çalacaktır. Çalacak ama muhtemelen vakit geçmiş olacaktır.