Bugün her neyden şikayetçiysek ve ülkenin hangi noktalardan gergin ve sıkıntılı olduğunu düşünüyorsak çözümü de bu sorunlarla gerçekçi bir şekilde yüzleşmekten geçiyor. Yani, bir tarafı olduğumuz hiçbir mesele bildiğimiz gibi ya da tamamı bizim istediğimiz şekilde hallolacak değildir. Çözüm denilen şey bazen bir müzakereyi, bazen farklı politik tavırları veya yeni yöntem bulmayı içerir.
Meselelerimiz bir vadede hal yoluna girecekse bugün teneffüs ettiğimiz atmosferden farklı bir havayı da teneffüs ediyor olacağız demektir.
Böyle olunca da akla önce demokrasi ve hukuk geliyor. Doğrudur. İyi bir Türkiye demokrasisinin herkese aynı erişim garantisini sunduğu ve hukuk sisteminin de herkesi güven içinde hissettirdiği bir düzen demektir. Ama bütün bunlardan önce bütün bunların olabilmesi, kendimizi yüzleşmeye açık hale getirmek ve yol yordamı değiştirme becerisini sergilemekten geçer.
***
Türkiye için dışarısı ile içerisi arasında bir fark yoktur ama aktüel konular dünya ile ilişkilere kilitlendiği için oradan başlayalım. Mesela, Avrupa Birliği…
Başlangıçta da zordu ama tam üyelik bugün artık çok daha zor hatta belki de imkansızdır. Sadece bizim hatalarımız ve sadece Avrupa içinde provoke edici hamleler nedeniyle değil; Suriye’de yaşanan gelişmelerin kıtaya arzettiği mülteci ve terör ihracı gibi tehditler yüzünden bile üyelik bahsinde ağrı bir darbe yediğimiz görülüyor. Yani o krizin bir faturası da üyelik sürecine çıkıyor.
Buna rağmen Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin aktif bir tempoda yürümesi ve müzakere eden ülke pozisyonunda bulunmamız daha çok bizim işimize yarayacaktır. Bütün iyi ilişkiler gibi… Ve dolayısıyla bütün iyi ilişkilerde gereken aynı dili konuşmak ve karşı tarafa koz vermemek gibi prensipleri işletmek zorundayız. Türkiye bugün öyle bir noktada bulunuyor ki sıradan bir ülkeyle ilişkisinde bile Avrupa Birliği’ne göstermek zorunda olduğu özen ve dikkati koruması gerekiyor.
Esasen hiçbirisi AB kadar imkan ve potansiyel sunmasa bile diplomatik ve ekonomik pazarda müttefik ihtiyacı hayati önemdedir ve kaçınılmazdır. ABD ile de Rusya’yla da ve mesela imkanları henüz aktif hale gelmemiş sıradan bir Afrika ülkesiyle de uzun ve sabırlı bir trafik oluşturmak zaruridir. Her bir iyi ilişki bir başka sahada portföy zenginliği ve önem kazanmayı garanti ediyor. Şimdi ilişkilerimiz kötü olsa da İslam dünyasıyla bahar yaşadığımız dönemde en büyük avantajımızın AB ile müzakerelere başlamak olduğunu akıldan çıkarmayalım. Bir coğrafyada ne kadar önem kazanmışsak bir başkasında o kadar hızlı adım atmak kolaylaşıyor. Şimdi yaşamakta olduğumuz önem ve değer kaybı da aynı şekilde sıradan ülkeler nezdinde bile avantaj yitirmemize yol açıyor.
***
Ne kadar sorunlar yaşasak da ne kadar standart kaybına uğrasak da Türkiye için içeride tek güçlü eksenin demokrasi ve hukuku olduğunu da bilelim. Dünya bize yüz vermiyor diye öfkemizi demokrasiden çıkaramayız veya hukuku evrensel prensiplerin dışına taşıyamayız. Her ikisi de dünya istediği için değil, dahası bizim varlığımız ve bekamız için gereklidir.
Şu sıralarda bütün bakanlar 180 günlük bir atılım programı hazırlıyor. Ama hepsinin üzerine ve hepsinden daha çok dikkatli ve sadakatle takip edilmesi gereken bir demokratik atılım programı koyarsak iyi olur. Her şeyden çok buna ihtiyacımız vardır.
Sancılı noktaları tespit eden, toplumun çeşitli kesimlerine batan iğneleri çekip çıkaran ve yaraları saran bir stratejinin tam zamanıdır. Yüzler gülmese bile hiç olmazsa tebessüm eder. En nihayet bir dirhem et bin ayıp örter. Bunu da arada bir hatırlayalım.