Türkiye’nin nitelikli, kaliteli ve üretken eğitim modeli kuramama meselesi var. Yani eğitim sistemimiz niteliksiz ve kalitesizdir; ayrıca da dünya şartlarında rekabetçi ve üretken değildir. Mesele sadece eğitim sistemimizle ilişkilendirilip geçiştirilemez. Temelde düşünce sistemimiz, iş yapma alışkanlığımız ve ahlakımız da aynı oranda zayıftır.
Bununla birlikte hem eğitimde hem de kültürdeki yetersizlik siyasi irade tarafından da kabul ediliyor. Bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu bahiste söylenmiş birçok sözü vardır. “Olmadı, başaramadık” vs. kabilinden… Bir aşamadır. Ama ne yapılacağını bilmezsek, sadece gerçeği itiraf etmek işe yaramaz.
Erdoğan hafta içinde de “Almanya’da sordum ne kadar öğrenci var diye, aldığım cevap 3 milyon, bizde 8 milyona yakın. 5-10 sene sonra onları nitelik olarak geçeceğiz” dedi.
Almanya’da bize oranla daha az üniversite öğrencisi olması pek muhtemel ki nüfuslarının bize oranla yaşlı olmasıyla ilgilidir. Yoksa art arda açtığımız üniversitelere rağmen hala ortalama mezuniyet seviyemiz altı seneyi (orta ikiden terkiz!) geçmemiş olduğuna göre bu yolda yürüyecek daha çok yolumuz vardır. Ve ayrıca da mesele kaç üniversiteli gencimiz olduğundan çok dünyadan kaç öğrencinin yüksek öğrenim için ülkemizi tercih ettiği ve buna karşı bizden kaç öğrencinin Avrupa ve ABD’yi seçtiğidir. Öte yandan, uluslararası üniversite liginin ilk 100 ve ilk 500 listesinde yer alamamayı hatırlatmayalım. Küresel akreditasyona sahip bilime katkı kategorilerindeki puanlarımıza ise hiç girmeyelim. Çünkü böyle bir puanımız yoktur!
Yine de Cumhurbaşkanı’nın nitelik meselesini dert etmesi ve bunun için hedef koymasını önemsiyorum. Tabii ki Türkiye 5 veya 10 sene içinde nitelik olarak Avrupa’yı yakalayamaz. Okul öncesi eğitimden üniversiteye kadara sahip olduğumuzu sistemin kalitesi ve niteliği açısından böyle bir şey mümkün olmadığı gibi, esasen herşey yolunda olsa bile bu kadar kısa sürede imkansızdır. Ancak, nitelikte yükselme hedefi süreye bağlı olmaksızın gerçekçidir. Türkiye gereğini yaparsa; yani bilime, araştırmaya, özgür düşünceyle, ifade hürriyetine önem verirse; bilhassa da liyakata hürmet ederse yol alabilir. Nitelik olarak dünya standardına yaklaşabilir. 5-10 sene içinde zirveye çıkamasa da gözle görünür mesafe katedebilir.
Ama şu anda bizim için daha yakın olan durumu da söyleyelim. 5-10 sene daha bu kafada gidersek, düşünce ve ilme saygı olmazsa, bilhassa eğitim sektöründe liyakatsiz adamların yükselişi devam ederse, aradaki mesafeyi kapatmak şöyle dursun, bir daha bu bahsi bile açamayız.
Ahmet Taşgetiren öteden beri eğitim meselesine kendini adamış bir isimdir. Dün köşesinde şunları söylüyordu:
“Gecikmiş işler var. Dünya ile aramızda açılmış mesafeler var. Gecikmiş işleri yapmak, açılmış mesafeleri kapatmak ve bu arada insan zayiatına izin vermemek. 18 milyon çocukta-gençte, bir saat kaybetsek 18 milyon saatlik bir kayıp gerçekleşiyor. Ben derim, bu işte biraz “Can havliyle” gayret etmek gerekiyor.”
Elhak doğrudur. O kadar gecikmiş iş var ki… Dünya hızlandıkça gecikmenin maliyeti artıyor ve mesafe kapatma imkanı da azalıyor. Şimdi böyle bir zamandayız. Herkesin yapay zeka yarışına, endüstri 4,0 rekabetine girdiği dünyada biz hala manşetlerde cehalete övgüleri ve birbirinden beter eğitimcilerin hikayelerini okuyoruz.