14 yıllık AK Parti/Tayyip Erdoğan iktidarının en büyük eseri nedir? Köprüler, yollar, sağlık sistemi, ekonomideki büyüme, dış politikada çeşitlilik… Şimdi rafta olsa da AB yolundaki reformlar. Ya da dezajavantajlı sosyal kesimlerin ve grupların sistem içindeki rolünün ve payının artışı…
Hiç şüphesiz bunların hepsi birbirinden değerlidir ve esasen biri diğerine bağlı icraatlardır. Türkiye’nin yüzü bütün alanlarda değişti ve gelişti. Toplam değerler, istatistikleri alt üst ederek muazzam oranlarda arttı. Böylesine bir gelişimin örneği azdır. O yüzden Türkiye, dünyanın en önemli konularından birisi haline gelmeyi başardı.
Yine de bu dönemin en önemli icraatı ve siyasal tarihimiz açısından en değerli gelişmesi nedir diye sorarsanız cevabım başkadır.
14 yılın en büyük icraatı milli iradenin sistemin kalbine oturtulmasıdır.
Türkiye için bundan daha kıymetli bir kazanım yoktur. Millet iradesinin Ankara’da tahakkuk ettiği, yani kararın seçmen tarafından verildiği bir ülke olmayı başardık. Farklı beklentiler, farklı çıkarlar, farklı etnik ve sosyal kimlikler de olsa ülkenin kaderine dair nihai söz artık, bütün bu farklılıkların sandıktaki iştirakiyle verilmektedir.
Serbest seçim daha önce de yapılıyordu, sandık daha önce de kuruluyordu. Ama, asker, yargı, iş dünyası, bürokrasi gibi güçlü kurumlar millet iradesinin doğal ortağıydı. “Altın hisse”nin askerde ve yargıda olduğu itiraz edilemez bir veriydi ve siyasal iktidarların hareket alanı geri kalan hisselerle sınırlıydı.
AK Partili yıllarda adım adım bu alan genişletildi ve Türkiye ilk kez Ankara’da “altın hisse” sahibi kurumların olmadığı seçimleri 2011’den itibaren yapmaya başladı. Sözgelimi, vesayet yıllarının en güçlü ve garantili kurumu olan CHP o günden itibaren ne kadar oy aldıysa sistem üzerinde o kadar ağırlık sahibi olabilmeye başladı. Hep muhalefette kalsa bile asker, yargı ve bürokrasi yoluyla garantili iktidar olma imtiyazını kaybetti. Sandıktan iktidar olarak çıkmasa dahi, nasıl olsa kurumlar eliyle gerçek iktidar gibi davranma avantajını böylelikle yitirdi.
Çünkü millet iradesi sistemin tam kalbine oturmuştu.
Şimdi daha büyük bir imkanın kapısı aralanmıştır.
Ordu içindeki/dışındaki Fethullahçı terör unsurlarının kanlı 15 Temmuz darbe girişiminin bastırılması, Türkiye’nin önüne bambaşka bir fırsat sunmaktadır. Dün alınan kararlarla kuvvet komutanlarının Savunma Bakanlığı’na bağlanması Türk demokrasisinin çoktandır hak ettiği yerinde, isabetli ve gerekli bir sivil devrimdir. Beraberinde askerin eğitim ve terfi sistemlerinin yeniden yapılanma yolu açılması; darbe geleneğinin ve ruhunun temelindeki tedrisatın tümden değiştirilecek olması da bir o kadar gerekli bir adımdır.
Türkiye, sistemin kalbine millet iradesini yerleştirmeyi başarmıştır. Şimdi ise vesayetin hiçbir surette geri gelmemesini garanti edecek kurumsallaşmayı tesis etmenin zamanıdır. Unutmayalım ki darbe veya darbe teşebbüsleri veyahut da sistemin içinde kalıcı darbe imkanlarına sahip olmak tehlikesine karşı en etkili güç güçlü demokratik kurumların inşasıdır. Hiçbir güç, grup, cemaat veya cemaat kisvesindeki örgüt sisteme sızamamalı, sistem bu sızma imkanını tabiatı gereği ortadan kaldırmalıdır. Kurumlar, kendisini millet idaresinin ve hukukun yerine koymaya tevessül edebilecek irili ufaklı her türlü çılgınlığı varlığıyla bertaraf edebilmelidir.
Kalbinde millet idaresinin yani bizatihi demokrasinin olduğu bir ülkede bunu sağlamak çok daha kolay olacaktır.
15 Temmuz’u Erdoğan ve AK Parti’nin ikinci döneminin başlangıcı olarak kaydettikten sonra işaretlerini Cumhurbaşkanı’nın sözlerinin satır aralarında çokça gördüğümüz onarım ve yenilenme için bundan daha büyük fırsat olamayacağını da not edelim. Hiç şüphesiz, gerçek ve hak edilmiş bir iktidarı kullanmakta en büyük zorlukları yaşayan lider de Erdoğan’dır. Şu halde, Yeni Türkiye için kurumsallaşmanın ne anlama geldiğini en iyi bilecek kişi de kendisidir.
Yeni Türkiye en nihayet sürprizsiz, öngörülebilir ve hukukun herkes için eşit işlediği bir ülkedir. Hepsi bu…