Bazılarının 128 milyar Dolar konusundaki şaşkınlığını, hayretini ve itirazını anlamak çok da anlaşılmaz değildir. O duyguyu anlamak için biraz çaba göstermek gerekiyor. Tarihte bir benzeri olmayan 128 milyar Dolar rezerv kaybını hazmetmek, kabullenmek ve hatta böyle bir şeyin varlığına inanmak zor olabilir. Kayıp o kadar büyük, yanlış o kadar inanılmaz ve mesele o kadar vahim ki bazılarımız bunun gerçek olabileceğine inanamıyor. Akıllar, hafsalalar almıyor. İktidara yakın makul ve mantıklı insanlar bile 128 milyar Dolar’ı muhalefetin abartısı olarak görüyor veya görmeyi yeğliyor.
Çünkü, ortada süreçlere hakim, hesabı kitabı güçlü ve herşeye rağmen kontrol sahibi bir devlet var zannediyorlar. Şahsi idarenin geldiği noktadan habersizler ve devletin sadece “muhaliflerin” ensesinde dolaşırken, farklı görüşlere aman vermezken devlet olabildiğini; gerçek anlamda “milletin menfaati” sözkonusu olduğunda ortada olmadığını, hatta yeni sistemin tabiatı gereği istese de olamadığını bilmiyorlar. Ekonomiden eğitime, dış politikadan sanata, spora kadar birçok işin sahipsiz olduğunu; bir kişinin özel ilgisine mazhar olamayan meselelerin ilgisizliğe mahkum olduğunu anlayamıyorlar. “Kutsal, güçlü, kudretli, akıllı devlet”in bu hale geldiğini kabul edemiyorlar.
Oysa ortada, denetimden, kontrolden, kurumdan ve tecrübeden vareste bir devlet, o devleti bir kurala bağlı olmaksızın idare eden hesap sorulamaz bir iktidar ve o iktidarı da şahsında tecessüm ettiren bir cumhurbaşkanı var. Gerisi laf-ı güzaf… Enflasyon mu faizin neticesi ya da tersi mi, yahut geleceğe güvenli mi bakıyoruz ya da beka tehlikesi içinde miyiz? Bu büyük lafların da hiç önemi yok. Zira, istediği teoriyi milletin sınırlı kaynaklarıyla istediği kadar deneme imtiyazına sahip bir idare var. Önce bir 30 milyar Dolar harcayalım, baktık olmadı bir 30 daha, olmadı iki 30 daha… 128 milyar Dolar işte böyle gitti. Tam 128 milyar Dolar, soranın edenin, karışanın görüşenin olmadığı bir ortamda eridi. Seçim arefesiydi, Dolar düşük görülmeliydi, faiz gözlerden ırak tutulmalıydı, gerisinin de önemi yoktu.
Giden gitti… O parayı yerine koymak için ne kadar üreteceğimizi, ne kadar ihracat yapmamız gerektiğini ve bunlar yetmeyeceği için ayrıca ne kadar faiz ödeyeceğimizi hesaplamak bile zor. Gayet tabii ki inanması da zor. Kimse bu kadar büyük bir hata, böyle büyük bir keyfilik, akıl dışı fikirlerinin denenmesi için bu kadar sorumsuz işler yapılacağına inanamıyor. İnsanlar haklı… Gerçek bir devlette; yani, kurumları, geleneği, aklı, mantığı ve denetimi olan bir devlette böyle bir şey asla düşünülemez. Nasıl, gerçek bir devlette belediyelerin, valilerin imzalarıyla uçaklar dolusu kaçağı Avrupa’ya taşıması düşünülemezse.
Ama artık herkes hızlı ve seri karar alıyor. Hiçbir kurum, iş yapana engel çıkarmıyor. Sabahtan akşama kadar “kutsal devlet… güçlü devlet… şu devlet, bu devlet” diye caka satanların yönettiği devletin vatandaşı “dış güçler” diyarına mülteci yazılmak için sıra oluyor. Liyakat ve ehliyet bitince, denetim ve hesap vermek tarih olunca orada üç-beş uyanık devletin valisini, belediye başkanını peşine takıyor, ülkeyi de böyle maskara ediyor. Devlet kuralla, hukukla, akılla değil afra tafrayla, hamasetle yönetilince akıl almaz, vahim hatalar, büyük yolsuzluklar kolaylıkla yapılabiliyor.
Güçlü devlet, hesabını kitabını bilen, yanlışa karşı alarm zilleri çalan, hukuka saygılı; vatandaşına caka satan değil onun üzerine titreyen, hiçbir şartta ülkenin itibarından eksiltmeyen devlettir. Bizimki öyle değil ne yazık ki…