121’inci saat

Mustafa Karaalioğlu

Sondan başlayalım… ABD ile yapılan anlaşma Türkiye için olumludur ve harekatın bütün amaçlarını olmasa bile en önemli kaygı noktasında bir garanti sunmaktadır. PYD/YPG terör unsurlarının 20 millik (32 kilometre) derinlik dışına ağır silahlardan arındırılmış olarak çıkarılması Barış Pınarı harekatı öncesine göre kazanımdır. Aynı unsurların geri dönüş ihtimali hesaba katılarak mevzi ve barınaklarının tahrip edilecek olması da geri çekilmenin takibi açısından önemlidir.

Türkiye’nin istediği bütün güvenli bölgeyi askeri girişimle temizlemek ve YPG’yi “bitirmek”ti ama bunun gerçekleşmesinin yaptırım başta olmak üzere bazı maliyetleri hesaba katılırsa gelinen nokta da harekatın netice aldığını gösterir. Türkiye’nin askeri olduğu kadar diplomatik faaliyete fırsat tanımış olması, özellikle harekatın başladığı günden itibaren adeta kasırgaya dönüşen küresel antipatinin dindirilmesi açısından da faydalı olmuştur. Malum, bunun sadece ekonomiye değil bütün sektörlere olumsuz etkileri apaçık ortadaydı…

Şimdi önümüze bakalım. “Önümüze bakmak” 24 saati geride kalan 120 saati değil, daha ilerisini düşünmek demektir. PYD/YPG’nin şöyle ya da böyle anlaşmaya bağlandığı şekliyle bölgeden çekileceğini tahmin ediyoruz. Bu, biraz tartışmayla da olsa gerçekleşecektir. Önemli olan, 121’inci saatten itibaren Kuzey Suriye’de yaşanması muhtemel gelişmeler ve Türkiye’nin rolünün ne olacağıdır.

Artık birinci muhatabımız Rusya ve onun safında Esad rejimidir. Yani, Türkiye’ye pek muhtemel ki PYD/YPG kadar düşman ve bilenmiş Suriye yönetimiyle yüzleşmek üzereyiz. Ne var ki, Barış Pınarı harekatının açtığı yolda sınırımıza daha fazla yaklaşmış bulunan Esad’ın Rusya tarafından kontrol edileceği mi yoksa kışkırtılacağı mı belirsizdir. Ayrıca, Rusya ve Esad rejimi bugün artık PYD/YPG ile müttefik durumdadır. Öte yandan, ABD’nin de bu örgütle ilişkisi sürmektedir. Pence, Ankara’da “ateşkes”i açılarken bunu da söylemiş, “DSG’yle temasımız sürecek” demiştir.

***

Bu karmaşık ilişki ağı Türkiye’nin hoşnut olacağı bir tablo değildir. Zira bu sayede, ay sonunda başlayacak Suriye anayasası görüşmeleri öncesinde PYD/YPG’yi de içine alan DSG’nin yeni Suriye’de sahip olacağı sahip olacağı statü ve pozisyon, Ankara’nın hassasiyetlerini zorlayabilir.

Bunu dengelemek için, artık tek şikayet mercimiz olan Rusya güvenebilir miyiz? Kim bu soruya evet cevabı verebilir? Bir başka soru da şudur: Rusya hâlâ PKK’yı bile terör örgütü olarak kabul etmemişken, neden Türkiye’nin en büyük derdine bir çırpıda derman olsun? Gerçekçi olalım, Ruslar artık güney komşumuz da olduktan sonra ellerindeki bu değerli kartı elden çıkarmak istemeyecektir.

Harekat öncesinde zaten dünya tarafından destek ve sempati gören, harekattan sonra bunu daha da artıran PYD’nin anayasa sürecinde eskisinden daha avantajlı hale gelmesi Türkiye için can sıkıcı bir meseledir.

Harekatın bir hedefi de göçmen meselesinde çözümün yolunu açmaktı. Gelinen noktada; yani, Esad rejiminin genişleyen hakimiyetinin ardından Türkiye’deki göçmenlerin Suriye’ye transferi eskiye göre daha zorlaşmıştır. Mesele o kadar çetrefilli ki, ne ABD ne Rusya bu konuda kendilerini bağlayacak sözler şöyle dursun, sıradan bir açıklamaya bile yanaşmıyor. Hiç kimsenin, sahanın gerçeklerine uygun elle tutulur bir göçmen transferi fikri de hâlâ bulunmuyor.

Beşinci günün ardından, PYD/YPG ve göçmen meselesine ilaveten yeni sınır komşularımız Rusya ve rejim gerçeğiyle yaşamaya başlayacağız. 121’inci saatte, yani anlaşmanın kapağı kapandıktan sonra önümüzdeki gündem yoğun, hassas ve epeyi yorucu olacak. Barış Pınarı sahada bitse bile masada bitecek gibi görünmüyor.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (31)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.