Bu yazıda akademik dünyadaki yazı işlerini ele alacağız.
Akademik yazım yetisinin kazanılması henüz mesleğin ilk yıllarında, yüksek lisans ve doktora aşamasında başlar veya başlaması beklenir.
Mayıs 2016 itibariyle Türkiye Yükseköğretiminde yüksek lisanstaki toplam öğrenci sayısı 417 bin 84 ve doktoradaki toplam öğrenci sayısı 86 bin 94’tür.
30 Mayıs 2016 YÖK istatistiklerine göre;
Profesör 22459
Doçent 15022
Yardımcı doçent 35377
Araştırma görevlisi 47197
Öğretim görevlisi 20942
Öğretim görevlisi doktor 909
Okutman 10294
Uzman 3848
Olmak üzere toplamda toplam öğretim elemanı sayımız ise 156 bin 105 kişidir.
Sayılı ekonomiler ve ülkeler arasına girmek ve her alanda rekabet edebilmek için 79 milyonluk ülke olarak akademik insan kaynağı ölçeğini daha da büyütmemiz gerekiyor. Bu da daha çok ve daha etkili yayın yapmaya, bilimsel bilgi üretmeye, Ar-Ge’ye, patente bağlıdır. Bunun için de akademik yazımın ve akademik ritüellerin öğretildiği Yüksek Lisans ve Doktora dönemlerindeki eğitimi baştan ve ciddiyetle tasarlamalıyız. Bugün yüksek lisansa başlayan bir öğrenci araştırma ve yazım teknikleri konusunda gerçekten ne ölçüde ve ne kalitede bir danışmanlık alabilmektedir? Doktora öğrencileri yeterlilik öncesi ve sonrasında gerçekten ciddi okumalar yapıyorlar mı? Yeterlik sınavları ne durumda, tezler ne durumda..?! Hepsi izaha muhtaç ve tartışmalı.
***
Akademisyenin Mesaisi Olur mu?
Akademya Bir Rızık Kapısı mıdır?
Akademisyenliği bir memuriyet meselesi, bir mesai konusu haline getirdiğimiz aşikar. İvedilikle bu anlayıştan uzaklaşmalıyız. Yeri gelmişken bu konuya bir parantez açmak istiyorum. Geçenlerde Nevşehir Üniversitesi’nde bir öğretim görevlisine mesaiye geç geldiği veya erken ayrıldığı dolayısıyla uyarı cezası verilmiş ve öğretim görevlisi de üniversiteyi dava etmiş. Dava sonucunda Kayseri İdare Mahkemesi, Danıştay 8. Dairesinin 2015/5308 nolu kararını ilgi göstererek akademisyenlere diğer memurlar gibi mesai uygulamasının yapılamayacağına karar vermiş. Karar metninde geçen şu ifadeleri buraya da almak istiyorum: “Gerek 2914 Sayılı Yükseköğretim Personel Kanununda gerekse de 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununda, öğretim görevlilerinin mesaiye devamları ve mesai saatleri ile ilgili bir düzenleme bulunmamaktadır. Anayasanın 130. Maddesinde; bilimsel özerkliğe sahip olduğu belirtilen üniversitelerde görev yapan öğretim görevlileri de birer kamu görevlisidirler. Ancak öğretim görevlilerinin bilimsel araştırma ve incelemeler yapmakla görevli olmaları, derslere girmeleri ve akademik hayatın niteliği göz önünde bulundurulduğunda, mesaiye devamları açısından diğer kamu görevlileri gibi değerlendirilmelerine olanak bulunmamaktadır. Bu durum Danıştay 8. Dairesi’nin 2014/10203 Esas 2015/5308 karar sayılı kararında da belirtilmektedir”.
Üniversiteler ve akademya bir “rızık kapısı”na, mesaili-masa başı iş konforuna indirgenemez. Henry David Thoreau o ünlü Sivil İtaatsizlik manifestosuna şöyle başlar: “En iyi yönetim biçimi: en az yöneten bir yönetim biçimidir. Bu ise, insanlar buna hazır olduklarında gerçekleşir”. Akademisyenlerin mesaileri olabileceğine ben de inanmıyorum ama bu durum tamamen akademisyenlerimizin gerçekten buna hazır olup olmadıklarına bağlı!
Hakikati, iyiyi, güzeli ve doğruyu aramanın ve bunun temsilcisi olmanın mesaisi olabilir mi Allah aşkına?! Bu mesai kavramı üzerinden kendilerine hiyerarşik alan açanlara, mobbinglere hiç girmeyelim bile. Konumuza dönelim.
***
Akademik Yazıma Dair Birkaç Not
Akademik dünyada yayın yapmakla ilgili meşhur bir deyiş vardır; publish or perish! Ya yayın yap ya da yok ol! Yok olmamak için yapılan şeyler sonucunda ortaya çıkan şey bir “uğultu”dan öteye gidemiyor maalesef.
Akademik yazım fazlasıyla yavan ve yaratıcılıktan uzak. Mülkün babadan oğula miras kalması gibi bazı kalıpların da hocadan öğrencisine aktarıldığını görüyoruz. Çoğunlukla edilgen cümleler ve bu cümleler arasında emilen enerjimiz. Dikkatlerin yeterince düşük olduğu bu dijital çağda ihtiyacımız olan en son şey öznenin, yüklemin belirsizliği ve genele hakim olan bir yavanlık ve uğultu.
Nihayetinde makaleler, tezler bilime katkıda bulunmak için yazılmaktadır. Bunun için de fikirlerin açık ve bütünlüklü yazılması çok önemlidir. Araştırma iyi bir şekilde tasarlanmış olsa bile iyi bir şekilde yazılmamış bir makale hedefine ulaşamaz ve bilime katkısı istenen seviyede olmaz. Makalemizi iyi bir şekilde yazıp yazmadığımızı kendimize soracağımız iki soruyla test edebiliriz. Birincisi; yazdığım makale başka bir bilim insanından gelmiş olsaydı onu okur muydum? İkincisi; Çalışmalarıma bir katkısı olur muydu?.
Bir sayfa yazmak için kırk sayfa okunması gerektiğini söylerler. Yaratıcılık sorunumuzun en önemli nedeni bu olsa gerek. Gerektiği kadar okuma yap(a)mamak. Sadece kendi uzmanlık alanımızda yapacağımız dikey okuma bize fazla bir şey sunmayacaktır. Okuma pratiği içerisinde asıl hediye ve serendipity yatay okumalarımızdan, alan dışı okumalardan gelir. Serendipity, bir şeyi ararken daha güzeline rastlamak demek. Serendipity, ancak ve ancak yatay okumalar yapıldığında ve kütüphane alışkanlığı kazanıldığında, fikirler başkalarıyla paylaşılıp konuşulduğunda ortaya çıkar.
Şüphesiz bu yazı baştan sona bir akademik yazımı ele almıyor. Sadece dikkat çekmek istediğim birkaç yönünü anlatabilirsem kafidir. Akademik yazım sürecinde genellikle şu sıralama yaygındır: 1. Fikir 2. Araştırma 3. Yazma. Burada yazma ikinci sıraya alıp araştırmayı da üçüncü sıraya çektiğimizde fikrimizin daha parlak hale geldiğini, neyi bilip bilmediğimizin daha kristalize olduğunu görebiliriz. Yazıya dökülmüş bir fikir varsa bunu başkalarıyla paylaşmak, kritiğini yapmak, eksiklerini ve fazlasını ortaya koymak daha kolay olacaktır. Yazmak için araştırmanın bitmesini beklemeden her aşamada yazmalı ve notlar almalıyız. Yazmak sadece bir raporlama aracı olarak görülmemelidir. Yazmak aynı zamanda araştırma tasarlamanın önemli araçlarından biridir. Böyle görülmelidir. Fikirlerimizi berraklaştırmak için yazmalı ve sunum yapmalıyız. İyi fikirlerin bazı özelliklerini şöyle sayabiliriz:
İyi bir fikir
Basittir: Fikir hem basit hem derin olmalı. Peşinden gitmeye ömrünü adayabileceğin derinlikte ama mümkünse tek cümlelik. Bir makalede ana fikrin basit, yalın bir şekilde özetlenebilmesi çok önemlidir.
Beklenmediktir: İyi bir fikir ortaya koymak için beklentileri yıkmak sezgileri tersine çevirmek zorundasın. Bunu bir fikir üretme metodu olarak da düşünebilirsin; tersini düşün!
Somuttur: Mümkün olduğu kadar somut kelime ve kavramlarla konuş, yaz! Örneklendir, kıyas yap.
Test edilebilir: İyi fikirler test edilebilir (yanlışlanabilir) fikirlerdir. İnsanlara fikirlerimizi test etmeleri için imkan sunmalıyız. Özellikle de bilimsel metinlerde.
Duygusaldır: Beynimiz duygularla çalışır. Soyutlamalarla değil. Soyutlama düşüncenin yükseltilmesi için çok önemlidir ama anlatmak ve aktarmak için iyi bir yol değildir.
Hikaye anlatır: Bir fikri anlatmanın en iyi yolu hikaye anlatmaktır. Hikayeler fikirlerimiz için uçuş simülasyonu görevi görür.
Makalede hikaye anlatmayı en çok giriş kısmında, şu şekilde tasarlayabiliriz;
“Şöyle bir problem var..
İlginç bir problem..
Çözülmemiş bir sorun.
Benim fikrim şu..
Başkalarının çözümleri ve yaklaşımlarıyla kıyaslandığında..”
Yapışkandır: İyi fikirler yapışkandır, tekrar tekrar üretilebilirler.
***
Yazmak, Bir Düşünme Şeklidir!
Akademisyeni bir konuda makale yazmaya iten sebep o konuyu bir problem olarak görmesidir. O konuda yazmayı varoluşsal bir mesele olarak ortaya koymalıdır. Bunun için de konu üzerinde geniş bir literatürü tarayıp okuması, ilgili yerleri not alması çok önemlidir. Nitelikli bir makale ortalama en az 6 ayda yazılır. Yazdığınız makale konuyla ilgili en son bilgileri içermelidir. Dolayısıyla en iyi bildiğiniz konularda yazmalı, eksikleriniz varsa da bunları yayımlamadan önce gidermelisiniz.
Yazmak bir tür kağıt üzerinde düşünmektir. Net düşünebiliyorsanız, net yazarsınız. Yazmak için ana fikrin iyice belirginleşmesi ve sadeleşmesi gerekir. Fikirlerin sadeleşip berraklaşabilmesi ve daha güçlü hale gelebilmesi için de fikirlerimizi bir başkasına anlatmak, konuşmak en iyi yoldur. Sempozyum ve kongrelerin en önemli katkısı kanaatimce budur. Mesele ettiğiniz bir konuda fikirlerinizi alandaki ilgili kişilere sunmak ve fikirlerini, eleştirilerini dinlemek; böylece fazlalıklardan arınmak, konuyla ilgili yeni anlam haritaları çıkarmak ve sonuçta da kendinizden daha emin şekilde yazmak mümkün olabilecektir.
Bir sonraki yazıda da akademik dünyadaki yolculuğumuza devam edelim inşallah.