Batı tarihinde bildiğimiz etnik, dinî, idarî ayırımcılık ve hoşgörüsüzlük halk tabanını kalıcı olarak etkilemiştir.
Bu nefret kültürünün son tezahürünü ABD’de George Floyd adlı siyahi adamın katledilmesi olayında, ardından yargısal tutumda gördük ve anlaşılıyor ki görmeye de devam edeceğiz. Çünkü böylesi kültürlerde mazlumlar acı geçmişlerini unutmak isteseler de zalimler unutturmuyorlar.
Batı’da bu kültürün binlerce yıllık geçmişi var. Batı dünya görüşü ve siyaset felsefesinin kadîm kaynaklarından olan Aristo’nun eserlerinde köleliğin gerekliliği savunulur; bunun hem toplumsal fayda hem de doğaya uygunluk bakımından âdil olduğu belirtilir. Aristo “Politika” adlı kitabında şöyle der: “Sıradan hayvanların faydalarıyla kölelerinki arasında fark yok gibidir. Her ikisi de beden güçleri sayesinde bizim varoluşsal ihtiyaçlarımızı karşılamamıza yardım ediyorlar. Birinin hizmetinde bulunmak, bize ait hayvanlar için olduğu gibi doğal olarak köle olanlar için de bir avantajdır.”
Roma imparatorluğunda kölelik kurumu çok güçlüydü. Özgür Roma vatandaşlarının aksine, köleler yargısız olarak bedensel ceza ve işkenceye tabi tutulabilir, kadın köleler cinsel sömürü için fahişe olarak kullanılabilirdi.
Sistemli köle avcılığı ve ticareti 15. yüzyıl sonlarında Batılılarca başlatıldı. Sonrasında milyonlarca Afrikalıyı yine Afrikalılara avlattırıp “köle gemileri” ile köle pazarlarına taşıdılar. Hayvanlarıyla kölelerini bir tuttular ve bu durum 19. yüzyıla kadar sürdü. O çağlarda kölelik bir dünya sorunuydu. Fakat yüzyıllar sonrasının zihinlerini bile şekillendiren dışlayıcı, müzmin hastalıklı bir duygu dünyası ve sistematik bir yapı, Amerika ve Avrupa’da olduğu kadar başka hiçbir yerde olmadı.
Ama haksızlık olmasın: Batı’da son üç-dört asır boyunca insanın değeri ve hakları konusunda da gerek fikrî ve felsefî gerekse hukukî düzenleme ve uygulama olarak değerli çalışmalar yapıldı. Buna rağmen Batı toplumları ve siyaset aktörleri eski etnik, kültürel, dinî ayırımcılık ve dışlayıcılıktan bu çağda bile sıyrılamıyorlar. Asıl sorun burada... Anlayacağınız şimdiki ırkçı ve her türlü ayrıştırıcı yükselişlerin arkasında, zihinleri esir almış koskoca bir tarih var.
Böylece, bugün ABD’de ve Avrupa’da görülen ve gittikçe azgınlaşan ırkçılık, tahammülsüzlük, yabancı düşmanlığı, asırlarca aynı şehirde yaşadıkları toplulukları bile dün gelmişler gibi yabancı görme durumu, Batılılar için bir medeniyet sorunudur. Huntington, tamamen kendilerinin yaşattığı bu sorunun adını koyuştur: “Medeniyetler çatışması”. Aslında çatışmaktan vazgeçmeyen bir tek taraf var ki, o da Batılı’dır. Müslümanlar, bilinçsiz tepkiler vermek yerine bilimsel araştırma ve analizler yapma zahmetine katlansalar, belki de Batılıların “İslâmî terör örgütleri” dedikleri yapıların altından bile Batılıların bir türlü içlerinden atamadıkları bu nefret duyguları ve uygulamaları çıkacaktır. Nitekim bazen böyle şeyler kendiliğinden de ortaya dökülebilmektedir.
***
İslam’ın doğduğu Arap coğrafyasında da İslam öncesinde güçlü bir kölelik geleneği vardı ve kölelerin durumu son derece kötüydü. İslâmiyet’ten önceki Türk devletlerinde ise -bildiğim kadarıyla- sistematik bir kölelikten bahsedilmemekte; savaş esirlerinin evlerde hizmetçi, işçi, çoban vs. olarak çalıştırıldıkları belirtilmektedir.
Kölelik uygulaması ve köle pazarları Osmanlı’da da vardı. Onlar, bir yandan köklü bir kölelik kültürüne sahip Arap-Müslümanlardan, bir yandan da yüzyıllarca askerî temasta bulundukları Batı’dan etkiler aldılar. Bu tür nedenlerle bizim tarihimizde de –yasal ve sistematik olmamakla birlikte- kölelere kötü muamele örnekleri görülebilmiştir. Ama kölelik yasaklandıktan ve fiilen son bulduktan sonra biz eskiyi zihnimizden silmeyi başardık. Gerek Osmanlı mirasçısı olarak bizim toplumumuzda gerekse Osmanlı bakiyesi olan diğer toplumlarda ve bütün Müslüman dünyada –başka sebeplere dayalı başka haksızlıklar olabilse de- kölelik çağlarından bugüne hiçbir ayrılık-gayrılık kalmadı.
(İzninizle devamı için haftayı bekleyeceğiz.)