Elbette ilâhî kaynaklı bir din olarak İslam, insanoğlunun kuşatıcı hakikate, erdemli hayata, sonuçta dünya ve ahiret mutluluğuna ancak kendi öğretisine inanıp bağlanmak ve yaşamakla erişebileceğini bildirir. Bunu kabul edip etmemeyi de bireylerin ve toplumların seçimine bırakır; seçimini yanlış yapmanın sonuçlarına karşı uyarılarını yapar. Hatta Kur’an-ı Kerîm, tercihlerini yanlış yapanların görünüşte parlak bir dünya hayatı da olsa, bunun yanıltıcı olduğunu bildirir. (Günümüzün yaldızlı Batı uygarlığının dünyayı karşı karşıya bıraktığı sorunları ve tehlikeleri bizden çok kendileri anlatıyor.)
Ayrıca İslam, kendisini bütün zamanlar ve bütün insanlar için gerçek kurtuluşu sağlayacak son evrensel din olarak sunar. Her çağdaki bütün insanların genel yararlarını (mesâlih-i ibâd) hedeflediğini bildirir ve bunun için (a) kurallar koyar, (b) zamanın icaplarına göre uygulamaya elverişli ilkeler verir, (c) insanların şartlara göre akıl, bilgi ve tecrübelerle doldurabilecekleri serbest alanlar bırakır.
İslam’ın ilk asırlarında Müslümanlar dinî kaynakları sunduğum şekliyle anladılar ve –bazı siyasi çalkantılar yaşasalar da- o günkü şartlarda çağı ve dünyayı dönüştürücü başarılara koştular. Sonraları, en başta mezhep katılıkları olmak üzere, türlü nedenlerle dinî zihniyet ve yorumda (dolayısıyla dinî eğitim ve öğretimde) bir “donma dönemi”ne girildi, bir daha da oradan çıkılamadı. Bunun tipik şahidi, bin yıl önce kurulan; sistemi, yönetimi, mali kaynakları yönünden özgün yapısıyla, aralarında Paris ve Oxford’un da bulunduğu birçok Batı üniversitesine ilham vermesine rağmen, katılılığıyla bildiğimiz Şâfiîlik ve Eş‘arîlik anlayışını güçlendirmek için kurulup, her türlü yenilik karşıtı öğretimin öncüsü olan Nizamiye Medreseleridir. Ondan da önce Şiî Fâtımî yönetiminin Şâfiî’nin ikinci vatanı Mısır’da kurduğu, daha sonra Eyyûbîler döneminde Şâfiî-Eş‘arî ağırlıklı eğitime geçen Ezher Üniversitesi de öyle. Son 200 yılda Ezher’deki öğretimi modernleştirme girişimleri, Tahtâvî, Abduh, Tâhâ Hüseyin, Ali Abdürrâzık gibi önemli âlimlerin çabalarına rağmen başarısız kalmıştır.
Hasılı, bugünkü katılıkların, fanatizmlerin ve sonuçta çekilen acıların arkasında böylesi gerçekler var.
***
İslam dünyasının geneline baktığımızda henüz zihinleri, kurumları ve hayatları geliştirici-dönüştürücü mahiyette bilgi üretildiğini göremiyoruz. Eskilerin “ulûm-i dahîle” dedikleri dışarıdan gelme bilgileri de gerektiği yerde, gerektiği ölçüde, yaygın ve sürdürülebilir şekilde kullandığımız pek söylenemez. Nispeten başarılı olan kendi ülkemizde, başta tıbbiye ve askeriye olmak üzere bazı kurumlarımız, 200 yıl kadar önce dünyadaki değişimi gördüler; imkânlar ölçüsünde kendilerini yenileme yoluna girdiler. Halen özellikle anılan iki kurumumuz çağı izlemenin başarılı sonuçlarını toplumumuza sunuyorlar. Bunun canlı şahidini sağlık camiamızın COVİD-19’la mücadeledeki başarısında, ordumuzun da görev aldığı her yerde hiçbir zorluğun altında kalmadan başarıdan başarıya koşmasında görüyoruz.
Asıl üzerinde durmak istediğim konu, “Böyle kurumlar neden başarılı oluyor?” sorusudur. Çünkü onlar, mesleğe çağdaş perspektiften bakıyorlar; çağın gereklerine göre kendilerini yenileyip geliştiriyorlar. (Şu salgın sırasında aşı üreten ülkeler arasına biz giremediysek, bunun sorumlusunun tıpçılar değil, bu alandaki bilimsel ve teknolojik gelişmeye yeteri kadar kaynak ayırmamış veya ayıramamış resmî ve sivil kurumlar olduğu söyleniyor.)
150 yıl öncesinden itibaren hem ülkemizde hem de diğer bazı Müslüman toplumlarda dinî düşünce ve bilgide de bir yenileşme ve değişim ihtiyacı güçlü bir şekilde konuşulup tartışılmaya başlanmıştı. Fakat Ezher örneğindeki gibi katı muhafazakârlık bu alanda adım atılmasına izin vermedi.
Yine de mekân ve zaman mesafelerinin inanılmaz derecede kısaldığı günümüz dünyasında, ‘çağımızla kafalarımız arasında açılan mesafe’yi kısa zamanda kapatabiliriz. Bunun temel şartı ise din öğretiminde, dinî düşünce ve bilgide değişim ve yenileşme sürecini başlatmaktır. Bunu yaparsak, yazımın başında değindiğim İslam’ın ilk asırlarındaki dinamik süreci çağımız şartlarında yeniden başlatabilir; ülkemizi ve Müslüman dünyayı bir kez daha çağın öznesi yapabiliriz.