Çağdaş insanî meselelerle ilgilenmeyen bir düşüncenin kendini çağa ve çağdaş insana anlatması beklenemez. Bunu göremeyen biri, çağı da çağdaş insan tasavvurunu da anlamamış demektir. Esasen Hz. Peygamber’in başarısının beşerî yönüyle en önemli sebebi de o toplumun bilinen tarihinde ilk defa zayıfıyla, kölesiyle, yoksuluyla alt sınıflardan sayılan bütün insanları görmesi, onların yanında olduğunu, sorunlarıyla ilgilendiğini ve bu hususta samimi olduğunu onlara hissettirmesidir. İtiraf edelim ki bugün Müslüman dünyada insanın değeri ve haklarıyla ilgili reel durum, Peygamberimizin insan ve ahlak tasavvuruyla büyük ölçüde çelişmektedir. Müslüman dünyanın muhtelif alanlardaki temel meselelerinin altında bu dünyanın kendi insanına ve genel olarak “insan” kavramına karşı gösterdiği ilgisizlik, hatta saygısızlık bulunmaktadır.
Ülkemizdeki bazı kesimlerin, Rus işgali sürecinde Batılıların Ukrayna devletine ve halkına yaptıkları yardım üzerinden Suriye-Ukrayna karşılaştırması yapmaları ve Suriyeli sığınmacılara karşı Batılıların takındıkları ilgisiz ve olumsuz tavrı eleştirmeleri de pek ahlâkî sayılmaz. Çünkü:
(a) Bu yaklaşım, bir bakıma, eleştirenlerin asıl meselelerinin insan ve insanlık değil, mağdurlar ve mazlumlar üzerinden öfkelerini boşaltma olduğunu düşündürmektedir.
(b) Suriyeli-Ukraynalı mazlumlar üzerinden Batı eleştirisi yapılacaksa bile, onun zamanı şimdi değil.
(c) Müslüman toplumlar olarak başka bir zamanda Batılı eleştirisi yapmakta bile haklı olup olmayacağımızı düşünmemiz gerekiyor. Zira Batılılar, “1,5 miyar Müslüman dünya olarak, aranızda dünyanın en zengin devletleri de bulunduğu halde, o dediğiniz mazlum halklar için siz ne yaptınız? –Türkiye dışında- kaç Müslüman ülke Suriyelilere ve diğerlerine sahip çıkıp yardım etmek istedi de biz engelledik?” deseler söyleyecek sözümüz yok.
(d) Elbette Batılılar sütten çıkmış ak kaşık değil. Ama neden her insanî sorun çıktıkça yüzümüzü Batı’ya dönüp onları suçluyoruz? Bir de Müslüman dünyaya baksak ya! Şu günlerde Birçok Batılı ülkede Ukrayna işgali protesto ediliyor, işgal karşıtı gösteriler yapılıyor. Hatta Rusya’da bile tutuklanmayı göze alarak kendi ülkelerini protesto için gösteri yapanlar var. Ama –Türkiye dışındaki- Müslüman toplumlar yine derin bir uykuda. Bunu sorgulamamız gerekmez mi?
***
Kabul edelim ki bu çıplak gerçek, Müslüman ülkelerdeki “insanın değeri ve saygınlığı” ile ilgili genel bir zihniyet sorunudur. Yıllar önceki bir yazımda da demiştim: Bugün İslâm dünyasının ağır sorunları var. Ama hepsinin temelinde bu dünyanın, –belirttiğim gibi- kendi insanına karşı sergilediği ilgisizlik ve saygısızlık bulunuyor. Zayıfların, kimsesizlerin onuru ve hakları için hayatını ortaya koyan İslâm Peygamberi nerede, bugünkü Müslüman toplumlar ve yöneticiler nerede!
Açıktan veya dolaylı olarak insana değer verilmesinden rahatsızlık duyulan bir zihniyet ortamında onurlu bir toplumsal gelişmenin sağlanması mümkün değildir. Acı gerçek şu ki, bugün İslâm dünyasının genel görünümü bunun örneğini sergilemektedir. Bu dünyada bilhassa İslâm adına konuşanların çoğu, genellikle insanın ve onun akıl, özgürlük gibi ayırıcı yeteneklerinin neden o kadar da önemli hatta gerçek olmadığını kanıtlamayı neredeyse dinî bir görev saymakta, aksine davrananları bazı ucuz yargılamalarla suçlamaktadır.
Oysa “Çağdaş dünyada “insanın değeri ve saygınlığı”, diğer birçok değeri de kuşatan üst değer kavramıdır. Bu nedenle, artık İslâm dünyasının düşünce insanları klasik söylemlerini değiştirerek, insanın değeri ve saygınlığı ile ona bağlı olarak özgürlük, eşitlik, hukukun üstünlüğü, bireyin korunması, gelecek güvencesi, gelir dağılımı, eğitim, çevre, kadın ve çocuk hakları gibi esasen kendi kültürümüze yabancı olmayan evrensel insanî sorunlara dürüstçe eğilmelidirler. İnsan ve Müslüman olarak önce kendimiz yapmamız gerektiği halde yapmadığımız iyilikleri başkalarından (Batılılardan) beklememiz, bizzat Yüce Kitabımızın “İnsanlara iyiliği emredip de kendinizi unutuyor musunuz! Aklınızı kullanmıyor musunuz!” (Bakara 2/44) buyruğundaki ahlak ilkesine aykırıdır. Bu gerçeği dürüstçe kabul edip, ona göre bir insan ve dünya tasavvuru geliştirmek, böylece dinî kaynaklarımızın özünde var olan içeriği yeniden keşfedip çağımıza taşımak zorundayız.