Bu sorunun cevabı erbabınca yazılıp çiziliyor. Benim konum, böylesine uzun süreli ekonomik kriz zamanlarında bile ülkemizin gündeminde yer almayı sürdüren dinî bir problemimizdir; yani tarikat ve cemaat denilen (sözde) “dinî” oluşumlardaki gelişmelerdir.
Geçen yıl Türkiye’nin iş, ekonomi, devlet, siyaset, hatta eğitim hayatında en etkili cemaatlerinden birinin, lüks yaşayışlarıyla insanlara parmak ısırtan şeyhlerinden biri vefat etmiş; cenaze merasimine devlet ve siyaset çevresinden önemli kişiler katılmış, taziye mesajları yayımlanmıştı. Ülkemizde konu din kanalını kullanmak olunca bizdeki bazı siyasetçiler bunu hep yapmışlardır. En çarpıcı olanları da seçimlerin arifesinde siyasilerimizin tarikat önderlerine yaptıkları –son yıllarda sıklaşan- ziyaretlerdir.
Güya siyasilerimiz böyle jestlerle siyasi sonuçlar alacaklarını umuyorlar. Gerçekte ise, ne siyasetçiler ne de başka herhangi bir kimse, bir nidasıyla depremi bile durdurmak, bütün müritlerini kibrit kutusuna sokup ahiret sorgusundan kaçırmak gibi marifetleri olan tarikat liderleriyle boy ölçüşemez. Onların sahte irfanını ancak halkın hakiki irfanı aşabilir. İyi ki demokrasi var!
***
Geçtiğimiz cumartesi günü Karar’da çıkan bir habere göre malum tarikatın şeyhinin geçen yılki vefatından sonra başlayan çekişme tırmanıyormuş. Son olarak tarikat içinde “yolsuzluk” ve “devleti dolandırma” iddiaları gündeme gelmiş. “Tarikat ve cemaatlerin tüzel kişiliği olmaması” sebebiyle “tarikata ait şirketler”in mal varlıkları “birtakım güvenilir kişiler”in üzerine kaydedilmiş.
Bu ‘mal varlıklarını güvenilir kişilerin üzerine kaydetme’ işi –bildiğim kadarıyla- cemaat yapılarının uyguladıkları eski bir taktiktir. Böylece kendilerine bağış yapmak isteyen vatandaşları, “Cemaatin başına bir iş gelirse, mesela cemaat hukuki takibata uğrarsa devlet cemaatin mal varlığına el koyabilir” diyerek bağışa ikna ediyorlar. Bu tür sözde mülkiyetin gerçek mülkiyete dönüşmesini önleyecek hiçbir hukuki engel yoktur. Nitekim bu yolla cemaatin mallarının üstüne oturanlar olmuştur.
Karar’ın anılan haberine göre, söz konusu tarikatın gruplarından biri adına adliye önünde yapılan basın açıklamasında, “Yüksek bedellerle yapılan hisse satışları”nın, cemaatin resmi kayıtlarına “çok düşük bedelle kaydedildiği”, bu yolla hak sahiplerinin “yüz milyonlarca liralık zarar”a uğratıldığı ve ayrıca “kamu zararı”na sebep olunduğu iddia ediliyor.
Basın açıklamasında şunlar da var: “Yargı mercilerine yapılan müracaatlarla ilgili hiçbir mesafe alınamamıştır. Hak sahiplerini mağdur eden çok ciddi yolsuzluk ve usulsüzlükler olmasına rağmen gerekli incelemeler yapılmamıştır. Deliller karartılmakta, yargı ise seyretmektedir.”
Bir hukuk devletinde bunlar yenilir-yutulur iddialar değil!
“Hâşimî, Hüseynî, Gavs” gibi nispetlerle kutsanan “ülkemizin manevi rehberleri” (!) arasındaki büyük post-taht ve miras-servet kavgalarının ülke içinde ve dışında halen devam ettiği görülüyor. Haberlere göre yer yer birbirine saldıran gruplar karşılıklı tekbir getirmeyi de ihmal etmemişler.
***
İki yıl kadar önce ülkemizin bir başka büyük cemaatinin bir başka ünlü şeyhi ölünce de benzer bir post kavgası çıkmıştı. Yakın zaman önce o cemaatin yeni şeyhi de ölünce post kavgası tekrar alevlendi.
Dindar olmayan çevreler için seyirlik manzaralar; din-iman derdi olanlar için ise kahredici bir durum!
Birinci amacı “mal ve makam hırsını yok etmek” (kesrü’ş-şehveteyn) olan tasavvufun ne hallere düşürüldüğünü görüyor musunuz? Hele de dinî kurum ve kavramlara bu rezaleti yaşatanlar ile çeşitli çevrelerin birbirini nasıl istismar ettiklerine, kullandıklarına bakar mısınız? Bu nasıl ahlak!
Bu cemaat önderleri mi “ömrünü ilim ve irfan yolunda İslam’a hizmete adamış”lar? Bunlar mı “ömrünü… inançlı bir neslin yetişmesi gayesine vakfetmiş olan muhterem”ler? Bunların yetiştirdiği nesilden bu dine, bu ülkeye, bu ümmete ne hayır beklenebilir? Şimdiye kadar ne hayır geldi?
Yüce İslam dininin başına gelebilecek en büyük belalardan biri olan bu yozlaşmış kurumların ve kişilerin, erdem ve ahlak arayışında olan yeni nesillerimizi İslam’dan soğuttukları şimdiden görülüyor.
Bunlar hakkında toplumu bilgilendirmeleri gereken dinî ve resmî sorumlularımız nerede?