‘Sünnet’e dair

Mustafa Çağrıcı

Sünnet”e bir de şuradan bakalım: Peygamber efendimiz, sadece diliyle değil, İslâm’ı ve Müslümanları boğmak için giriştiği yıkıcı eylemleriyle de kâfirliğini ortaya koyanların dışında hiç kimseye parmağını çevirip “Bu adam dinsiz, münafık, Sünnet düşmanı!” deyip hedef göstermedi. Yanlış yapanlara karşı tavır koyduğu zamanlar olduysa da “Ben Müslümanım” diyen birini –hele toplum içinde- katiyen din üzerinden suçlayıp dışlamadı. Tersine, şehirlisinden çöldeki eşkıyasına kadar -bazen mektuplar göndererek- herkesi kazanmaya, kucaklamaya çalıştı. Bir defasında putperest kodamanlarla tartışırken âmâ biriyle ilgilenmediği için Kur’an-ı Kerîm’de güçlü bir şekilde uyarıldı.

Dinin geniş kapısını “dar kapı” yapmadı; yapılmasına da açıkça karşı çıktı. “Lâ ilâhe illallah diyen cennete gidecek” buyurdu. Kul hakkına girmedikçe daima hataları kusurları bağışlamayı yeğledi. Din bakımından çok ağır bir günah işleyip, pişman olan ve huzurunda suçunu itiraf edene, “kendisini afişe etmemesi, sesini kesip evine gitmesi” anlamına gelen tavsiyelerde bulundu. Ramazanda nefsine uyup mazeretsiz oruç bozan adamla kefaret pazarlığı yaptı; sonunda bir sepet hurma üzerinde anlaştı; onu da adamın ailesine ikram etmesine razı oldu.

***

Güya Sünnet’i ve Ehl-i sünnet’i savunma adına ellerinden gelse kendilerinden başka hiç kimseyi cennetin kapısından geçirmeyecek olanların ileri gelenleri, asıl Sünnet’in de Ehl-i sünnet’in de bu müsamaha yolu, kapsayıcı kucaklayıcı yol olduğunu bilirler. Öyleyse neden İslam’ın geniş kapısını “dar kapı” yapmak, “rahmet dini”ni zahmet dini yapmak için kampanyalar düzenlerler? Neden basın ve sosyal medya üzerinden hatta camilerden masum kadınlar, erkek hakkında edepsiz, müstehcen,
saldırgan ifadeler kullanırlar? “Bu doğru değil” diyen insanlara ve kurumlara yüklenip, “Susturulsun, kapatılsın!” gibi taleplerle devlete çağrıda bulunurlar?

Bu zihniyetin ürettiği gerçek ortada: Asırlarca kurtla kuzuyu bir arada yaşatmayı başarmış olan bir medeniyetin çocukları modern dönemde -içimiz yanarak görüyoruz ki- kendi kardeşlerine karşı bile korkunç bir hoşgörüsüzlük, nefret ve şiddet bataklığına gömülmüş bulunuyorlar. Bu vahim manzaranın arkasındaki sebeplerin neler olabileceği üzerine düşünen, “Bir de şuradan bakalım” diyen herkesi “Din düşmanı, Sünnet düşmanı, Ehl-i Sünnet düşmanı”; dışımızdaki cümle âlemi de “İslâm ve Müslüman düşmanı, vs. düşmanı” gibi görmek, Müslüman toplumların bazı kesimlerinde artık bir
paranoyaya dönüşmüş durumda. Bu paranoya bizde birbirimize karşı da dünyaya karşı da bir şüphe, suizan ve neticede nefret üretiyor. Bunun bir adım ötesi de şiddet eylemleri oluyor. Bu durum ise dünyada İslam ve Müslüman fobilerini üretmek için çırpınanlara altın tepside gerekçeler sunuyor.

Kabul edelim ki biz İslam toplumları son iki asırdır yaşadığımız kültürel, sosyal, siyasi vb. sorunlar yüzünden Peygamber efendimizin, Ehl-i sünnet denilen ‘sevâd-ı âzam’ın barışçı ve çoğulcu medeniyet temeli olan müsamahakâr, kolaylaştırıcı, kucaklayıcı yolundan koptuk. Kafaya dolanan iki metre bezi kafanın içindeki dağlar kadar, bilgi tefekkür ve ahlaktan daha değerli bildik. O yüzden de birbirimizi kucaklamamızı öğreten dini bırakıp birbirimizin gırtlağına sarılmaya kışkırtan bir din anlayışına savrulduk. Sonuçta krizlerden dersler ve fırsatlar çıkaracağımız yerde krizleri daha da büyütür olduk.

***

Her zaman belirttiğim gibi ‘Türkiye farkı’na inanıyorum. Zaman zaman bulunduğum ortamlarda, yaptığım sohbetlerde –şamataya itibar etmeseler de- ülkemizde bahsettiğim sorunların ve sebeplerinin farkında olan, yürekleri kaygılı ama kafaları bilgili, zihinleri berrak nitelikli bir kesimin bulunduğunu ve bunların o gösterişsiz büyümelerini sürdürdüklerini görüyorum.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (11)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.