Sudanlı bir fikir hürriyeti şehidi

Mustafa Çağrıcı

Tarihî tecrübeler, yönetimlerin, adalet ve hakkaniyete uygun işler yaptıklarından emin oldukları ve bu sayede toplumlarının güvenini kazandıkları dönemlerde daha özgürlükçü olduklarını; toplularının güvenini kaybettikleri dönemlerde ise daha korkulu ve şüpheci olduklarını, bu nedenle de özgürlükleri kısıtlamanın yollarını aradıklarını göstermektedir. Bugün İslam toplumlarının tamamına yakınında bu ikinci durum yaşanmaktadır. Mısır’da tavizsiz siyasal İslamcılığıyla meşhur Seyyid Kutub aslında bu sebepten idam edildi. Sudan’da S. Kutub’un tam tersi, radikal yenilikçi dinî düşüncede olan Mahmud Muhammed Taha da aynı sebepten idam edildi. Kaşıkçı cinayeti de öyleydi.

***

Günümüzde –bazı parçacı ve şekilci göstermelik örnekler olsa da- hukuk, siyaset, ekonomi gibi alanlarda ruhunu ve ilkelerini İslam dininden, onun temel kaynaklarından, hikmetli öğretisinden alan bir kamu yönetimi hiçbir toplumda görülmemektedir. Bunun birinci sebebi de İslam’ın kaynaklarını topluma anlatan ve açıklayan din âlimlerinin, din ilimleri uzmanlarının inanılmaz katılıklarıdır. Bunların bedenleri bu asırda, zihinleri bin yıl öncesinde dolaştığı için eskimiş bilgilerinin dine de topluma da hiçbir faydası dokunmamaktadır. Azınlıkta kaldıklarını sandığım başka bazı çağdaş Müslüman ilim ve fikir insanlarının ise, bu gerçeği görmekle birlikte, ekseriyetle susmayı tercih ettikleri bilinmektedir. Çünkü bunlar, çoğunluğu oluşturan ilk grubun ‘tekfir’e kadar varan iftiralarından, türlü saldırı ve kışkırtmalarından çekinirler.

Son günlerde internetten indirdiğim bir makale okudum: “İlahi Naslar Bağlamında Özgürlük ve Adalet Anlayışının Yeniden Tesisi: Mahmud Muhammed Taha Örneği” (Marife, yıl 10, sayı 3, kış 2010, s. 221-243). Değerli meslektaşım, İlahiyat hocası Tamer Yıldırım epeyce önce yazmış. Makalenin içeriğini anlatmayacağım. Ama mutlaka okunmalı.

Mahmud Muhammed Taha’nın –en önemli eseri olarak bildiğim- er-Risâletü’s-sâniye mine’l-İslâm (İslam’ın İkinci Mesajı) başlıklı bir çalışmasını okumuştum. Öncelikle vardığım kanaat şu olmuştu: Merhum Taha gözü kara denecek derecede özgür ve aykırı ama kesinlikle orijinal bir zihin idi. Bunun bedelini de idam edilerek ödedi. Her konuşan-yazan insan gibi onun fikirleri arasında da yanlışlar vardı elbette. Ama merhum Taha, “İslâmî” rejim tarafından mülhidlik (kâfirlik) ile suçlanıp idam edilmiş olmasına rağmen, gerçekte çağdaş dünyayı İslam’ın hikmetli ilkeleriyle buluşturma aşkı taşımış olan bir İslam şehididir. Çünkü onun da asıl derdi, kendi ifadesiyle, “bugün temel problemin vahyin pratik hayattan uzaklaşmış” olmasıydı. Bu nedenle de o, –bazen okuyucusunu şoke eden görüş ve düşünceleriyle aslında Kur’an’ı anlama çabasının yanında, Yüce Kitabın evrensel ilkeleriyle pratik hayata geçirilmesi için çırpınıyordu. Taha, Medine döneminde inen ayetlerin –zamanın şartları gereği- daha kuralcı, sert ve lokal şartlara göre geçici düzenlemeler içermesine karşılık, Mekke dönemi ayetlerinin genellikle ahlak, adalet, eşitlik, özgürlük, barış, paylaşma gibi konularda her çağa seslenen daha evrensel ilkeler ve mesajlar taşıdığını savunuyordu.

Tamer Yıldırım Hoca, anılan makalesinin “Sonuç” kısmında şöyle diyor: “Bu noktada şöyle bir soru sorulabilir: ‘Sudan gibi selefî anlamda güçlü bir dinî bağlılığın bulunduğu bir ülkede nispeten küçük olan bir hareketin lideri niçin öldürüldü?’ Buna verilebilecek en makul cevap herhalde şu olabilir: Bazen korkulması gereken, kişilerin sayısı değil, fikirleridir. Farklı bir şekilde de olsa İslam’ın içinden gelen bu fikirlerle siyasi idare herhangi bir şekilde yüzleşmek istemiyordu. Fakat bunlar hiçbir şekilde bir insanın öldürülmesini mazur gösteremez. Bütün eleştirilere rağmen, yapılması gereken, yanlışları bir kenara atılarak, Taha’nın mücadelesini verdiği herhangi bir ırk, din, sınıf farkı gözetmeksizin adaletin, eşitliğin ve özgürlüğün herkese tanınması…dır.”

Bir entelektüel bunları yazdı diye asılır mı?!

Asırlar önce Osmanlı’da Molla Lütfi de Taha gibi yenilikçi fikirleri yüzünden yine zındıklık ve ilhad ile suçlanarak, yine ulema fetvasıyla idam edilmişti (23 Ocak 1495). Halbuki –aynı yılda doğan Taşköprizâde’nin ifadesiyle- “eşi bulunmaz, üstün kişiliğe sahip rakipsiz bir âlim” olan Molla Lutfi’nin ağzından dökülen son sözler Kelime-i Şehâdet olmuştu (eş-Şeḳāʾiḳ, nşr. A. S. Furat, İstanbul 1405/1985, s. 280).

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (38)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.