Pek televizyon izlemiyorum; sadece bir iki ciddi programı takip ediyorum; memlekette ve dünyada ne olmuş ne bitmiş diye ekran altında akan haber şeridine şöyle bir bakıyorum; bir de internetten bazı köşe yazılarını okuyor, öne çıkan haberlerin sadece başlıklarına göz atıyorum; fazlasıyla yetiyor. Akıl sağlığını düşünen ve “zamanım değerli” diyen herkese tavsiye ederim; çok iyi geliyor.
Ama son zamanlarda -ben bile fark ediyorum- haberlerde, manşetlerde bir ‘sert konuşma’dır gidiyor. “Filan parti yetkilisi falan partinin falan yetkilisine sert konuştu. O da ona çok sert cevap verdi. Sonra diğeri veya onun tarafından biri o çok sert cevap verene daha da sert cevap verdi.”
Eskiden mikrofonlar sıklıkla generallere uzatılırdı. Mesela Cumhurbaşkanı yahut Başbakan resepsiyon verir ama haberciler generalin başına toplanırlardı. Bu bile adamın yürüyüşünü değiştirmeye yeterdi. Tabii sürmanşetleri de generalin –en başta ‘irticacılar’a ve hazzetmedikleri başka kesimlere karşı- sert konuşması oluştururdu. Hatta konu –diyelim ki- ‘irticacı’ Başbakan veya başka bir siyasi şahsiyet ise konuşmanın çok sert olması, konuşana da diğer ilgililerine ayrı bir keyif verirdi.
Hatırlar mısınız? 28 Şubat günlerinde askerlerin bu çok sert konuşmalarını bazı profesörlerimiz, bazı hâkimlerimiz vs. nasıl ayakta alkışlarlardı!
***
Şimdi çok şükür o günler geride kaldı. Fakat sert, çok sert, daha da sert konuşmalar yine manşet oluyor ve alkışlar yine devam ediyor. Kıyafet değişti, içerik değişti ama tavır, dil ve alkış değişmedi. Demek ki toplum veya toplumun çoğunluğu sert konuşmayı seviyor.
Ne kadar bilgili, kültürlü, birikimli de olsanız; on parmağınızda on marifet de olsa, eğer –İslam ahlak literatüründe en üst erdemin adı olarak kabul edilen tabirle- halîm iseniz, yani sâkin, kibar, saygılı ve ağır başlı iseniz; gerektiği yer ve zamanda, gerektiği kadar ve gereken incelikle konuşuyorsanız başka kapıya gidin. Şimdilerde bizi açmıyor.
Büyük çoğunluğumuz bu sert konuşmalar üzerinden, eski haksızlıkların içimizde biriktirdiği öfkelerimizi, hınçlarımızı boşaltıyoruz galiba. Bu halimizle de sanki İslam’ın “af ve müsamaha” ahlakı yerine, Câhiliye kültürünün “se’r/intikam” ahlakını temsil ediyor gibiyiz.
***
Bu üslûp elbette hiçbir insana yakışmaz. Ama bu üslûbu İslâmî duyarlılıkla bağdaştırmak asla mümkün değildir. Bizim ahlak kültürümüzde âlimler, din önderleri, siyasetçiler gibi rol model konumundaki insanların hem davranışlarının hem de konuşmalarının yumuşak ve yapıcı olmasına dikkat etmeleri gerektiğine ilişkin –Kur’ân-ı Kerîm’den ve Hz. Peygamber’in sünnetinden başlamak üzere- zengin bir birikim var. Faydalı olacağını umarak birkaç örnek paylaşmak isterim:
Yüce Rabbimiz buyurur ki: “Güzellikle çirkinlik bir değildir. Sen en güzeliyle karşılık ver. O zaman göreceksin ki, aranızda düşmanlık bulunan insan sıcak bir dost gibi olacaktır. Ama bu sonuca ancak sabırlı olanlar ulaşır ve buna ancak (erdemlerden) büyük ölçüde nasiplenmiş olanlar ulaşır” (41/34-35).
Adamın birinin, “Ya Resûlallah! Bana nasıl bir Müslüman olmam gerektiği konusunda öyle bir şey söyleyiniz ki, bir daha bu konuda başka hiç kimseye soru sorma ihtiyacım kalmasın” ricası üzerine Peygamber efendimiz, “Allah’a inandım’ de, sonra dosdoğru ol” buyurdu. “En çok neye dikkat edeyim?’ deyince de eliyle dilini gösterdi.
Şu güzel sözler de Peygamberimizden: “Ne mutlu o kimseye ki, malının fazlasını harcar, dilinin fazlasını kısar”; “Allah’a ve ahiret gününe inanan ya hayırlı konuşsun ya da sussun.”
Şu vecize de Hz. Ömer’in bilgisiyle tanınan oğlu Abdullah’a ait: “İnsanın en fazla temiz tutması gereken organı dilidir.”