Ramazanda cami ve din hizmetlerinin yoğun olduğu malumdur. Başta imamet olmak üzere genel olarak din hizmetlerinin hem sivil hem kamusal yönleri var. İmamet hizmetinin öncüleri Hz. Peygamber ve Dört Halife’dir. Zaman ilerledikçe bu görev, diğer devlet başkanları ile valiler, sair devlet yetkilileri ve onların görevlendirdiği kişiler tarafından yürütülmüştür.
Ülkemizde Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kuruluş amacı 633 sayılı Kanun’un 1. maddesinde “İslam Dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek” şeklinde özetlenmiştir. Cami hizmetlerini de kapsayan bu üç görevin geçmiş zamanlarda da geçerli olduğunu söyleyebiliriz.
İslam tarihi boyunca hemen bütün fiilî din hizmeti verenler, yukarıdaki rutin görevleriyle birlikte toplumda ahlaklı dindarlığın, barış ve kardeşlik atmosferinin hâkim olması konusunda da öncü rol oynamışlardır. Çünkü ‘sulh ve selamet’ (barış ve esenlik) hem İslamiyet’in hem insaniyetin gereğidir.
Bu yapıcı gayretlerin en verimli olduğu veya olması gerektiği dönemler oruç/Ramazan aylarıdır. Fakat gördüklerimiz, duyduklarımız ve okuduklarımızdan bizde oluşan kanaate göre bilhassa son yıllarda din hizmeti verenlerin gayretleri yeteri kadar olumlu sonuçlar vermemektedir. Kanaatimce bizim ulemanın, din hizmeti veren kişilerin ve kurumların tarihî bir kusurları var. Onlar, verdikleri hizmetlerin dönüşünü, –tabir caizse- çıktısını almadılar, almıyorlar.
Konunun eğitim ayağına bakalım: Medrese camiası, verdikleri din eğitim ve öğretiminin toplumsal dönüşünü, başarı veya başarısızlığını görmedikleri için yenileşme-yenileştirmeyi akıllarından bile geçirmediler. Mesela Osmanlı’da 1330’larda açılan İznik Medresesi’nin programı ne idiyse 1900’lerin başlarındaki medreselerin programları da o olmuştur. Hâlbuki bu 6 asır içinde Batı okulları, -eğittikleri insan kalitesini sürekli izledikleri için- çok büyük değişim ve dönüşümler başardılar.
Son yıllardaki tecrübelerimiz, tüm din öğretimi kurumlarımızın insan çıktılarının, yaşadığımız çağın dinî, ahlâkî ve toplumsal gerçekleri ve ihtiyaçlarıyla uyuşmadığını gösteriyor. Bu nedenle anılan kurumların programlarının bilimsel/objektif yöntemlerle incelenip yenileştirilmesi zorunludur.
***
Ramazan münasebetiyle değineceğin diğer bir konu şudur:
İslam’ın icaplarını yerine getirmede daha titiz olanların, ahlaklı dindarlık ve toplumsal barış konularında herkesten daha fazla duyarlı olmaları gerektiği kanaatindeyim. Çünkü din ve dindarlık fazilet, sulh ve salâhı gerektirir. Kur’ân-ı Kerîm’de ahlakla ilgili 2000’den fazla ayet var. Bunlardan 170 kadar ayette sulh-salâh-sâlih gibi kelimeler hem “iyi, güzel, düzgün” hem de “barış, anlaşma, uzlaşma” anlamında geçer. Bunların zıddı olan fesâd-müfsid vb. kelimeler de 50 ayette “kötü, yıkıcı, bozucu ve zararlı işler veya insanlar” manasında kullanılmıştır.
Bildiğim kadarıyla İslam toplumlarında din hizmeti veren görevliler hiçbir zaman caminin, siyasi çekişme alanı haline getirilmesine imkân vermemişlerdir. Özellikle, ülkemizde –maalesef- siyasal tansiyonun yüksek olduğu, saldırgan ve ayrıştırıcı bir siyasal dilin kollanıldığı şu yıllarda din görelilerimizin kendilerini, kurumlarını ve hizmetlilerini siyasetten esirgemeleri gerekiyor.
Önemli bir konu da şu: Kendisini Müslüman hisseden her samimi insanımız da Kutsal dünyamızın din ve dindarlık gibi kavramlarına yabancı gibi durmamalı, onlara sahip çıkmalıdır; onları çatışmacı, çıkarcı, kaba, nefret üreten kişilerin ve kurumların tasallutundan kurtarmalıdır. Bunu da –Hz. Musa ve Harun’a buyrulduğu gibi (Tâhâ suresi 20/44) “yumuşak bir üslûp” ile yapmalıdır.
Günümüzde İslam’ın ve Müslümanın imajına en çok zarar veren sorun, sulh ve inşa (barış ve yapıcı tutum) yerine, fesat ve tahrip (bozgunculuk ve yıkım) üreten ‘dindarlık’ anlayışıdır. Bu olumsuzluklar ruhumuzu çökertiyor, çürütüyor; bu çürümüşlük toplumsal bünyemizi, maddi ve ekonomik hayatımızı da felç ediyor.
Dilerim bu Ramazan, Erzurumlu İbrahim Hakkı’nın şu mısralarında çağırdığı gibi bir Müslüman olmamıza vesile olur:
“Hiç kimseye hor bakma / İncitme gönül yıkma / Sen nefsine yan çıkma / Mevlâ görelim neyler / Neylerse güzel eyler.”