Batı’nın halihazırdaki etkili kesimleri, -aktörleri Müslüman çocukları olsa da- sebeplerinde kendilerinin de pay sahibi oldukları terör ve şiddet olayları gibi olumsuzlukların bedelini türlü yollarla suçsuz Müslüman kitlelere ödetmekte, içlerindeki İslam ve Müslüman karşıtı köktenci-ırkçı yapıları gittikçe büyütmektedirler. Şimdiye kadarki bu türden gelişmeler gösteriyor ki, bu Batı’nın zihnindeki demokrasi ve insan hakları tasavvuru bencil, ayrımcı ve Batı dışı kültürlere karşı saygısızdır.
Başta ABD’liler olmak üzere Batılı birçok siyasi aktörün; onların tutumlarına bakarak tavır takınacak kadar Batı dışına karşı ilgisiz, umursamaz ve cahil olan Batılı halk çoğunluğunun, karalanmış İslam ve Müslüman imajının kâr getirdiğini gören Batılı medyanın hâkim tavrı budur. Yüzyılların biriktirdiği zihinsel şablonlarla düşündükleri için Batılı aydınların önemli bir kısmının tutumu da farklı değildir. M. Watt ve B. Lewis gibi birikimli oryantalistler bile -uzun bir objektif bakışın sonunda- Müslüman dünyadaki görünür kötülüklerin etkisinde kalıp, onların altındaki derin sebepleri analiz etmedikleri için “Müslümanlık ve Müslümanlar budur” noktasına gelmişlerdir.
***
Buna karşılık, İslam dünyası-Batı ilişkisine bakışta bu yüzeyselliğin ötesine geçebilen Batılı devlet adamları, aydınlar ve halk kesimlerinin varlığını da görmek zorundayız. Onlar, modern iletişim, bilişim ve ulaşım imkânlarının herkesi herkese komşu yapacak kadar dünyamızı küçülttüğünü, bu gerçek karşısında mevcut olumsuzlukların hepimize zarar veren ya da verme potansiyeli taşıyan ortak insani sorunlara dönüştüğünü görüyorlar. Bunun son örneklerini Yeni Zelanda’daki terör saldırısı sonrasında bu ülkenin Başbakanı Jacinda Ardern ile onu destekleyen çok sayıdaki Batılılarda gördük. Avustralyalı İslamofobici senatör Fraser Anning’in yaptığı Müslümanları suçlayıcı ve aşağılayıcı konuşma üzerine, senatör Sarah Handon’un, o kişiyi “yüz karası” olarak nitelediği cesur eleştirilerini de sosyal medyada izledik. Change.org’da açılan kampanyada Anning’in parlamentodan atılmasını talep eden dilekçeyi imzalayanların sayısı Cumartesi günü 1,5 milyona yaklaşmıştı. Change.org’a göre bu, imzacı sayısı en hızlı artan dilekçe olmuş.
***
Bu gelişmeler, dünyaya at gözlüğüyle bakmanın ne kadar yanlış olduğunu gösteriyor. İşte Filistin meselesi dâhil olmak üzere, bütün gerilimli alanlarda, birkaç yazımda üzerinde durduğum temel çözüm yolunun bu ikinci gruptaki Batılılarla birlikte çalışmak olduğunu son günlerdeki gelişmeler açıklıkla göstermiş bulunuyor. Müslümanların bu yöntemi geliştirip sürekli hale getirmelerinin bilhassa şu iki nedenle gerekli olduğunu sanıyorum:
1. Bugünkü dünya şartlarında Müslümanlar iç ve dış sorunlarını kendi kapasiteleriyle çözebilecek yeterliliğe sahip değiller. Bu durumda terör ve İslamofobi gibi konuları bir insanlık sorunu olarak görüp dışarıdan ilave güç ve destek almak zorundadırlar.
2. Ahlâkî olarak da böylesi insanlık sorunlarının çözümünü bizimle paralel düşüncede olan dünya insanlarıyla birlikte aramamız insani bir ödevdir. Acı çekenlerin Müslümanlar veya başkaları olması arasında asla fark görmemeliyiz. Nitekim beş asır önce İspanya Yahudilerinin acıları karşısında dedelerimiz de böyle düşünüp kapılarını onlara açmışlardı. Bunun aksini düşünmek, “Sen benim hakkımda adaletli ve eşitlikçi ol ama benim sana karşı böyle davranmam gerekmiyor” anlamına gelir. Hele bu adaletsiz tutumu -bizden birçoklarının yaptığı gibi- mutlak bir dinî gereklilik olarak göstermek, dine ve dindara yapılabilecek en büyük kötülüktür.
Bu son söylediğimin haklılığı için dinden delil göstermeye bile gerek görmüyorum. Ama yine de isteyen okuyucularımız, Kur’ân-ı Kerîm’in en son veya en sondan bir önce gelen suresi olan 5/Mâide suresinin, başka inançta olanlara karşı haksız ve adaletsiz tutumu kesin bir dille yasaklayan 2. ve 8. ayetlerine bakabilirler.