Peygamberimiz, -inananlarının bireysel özgürlük, hak ve sorumluluklarını reddetmeden- kendi toplumunda yüzyılların getirdiği ayrışma ve çatışmaları ortadan kaldırmış, zengin bir ortak değerler alanı oluşturmuştu.
Fakat ondan sonra “müşterekler etrafında birlik” bilincimiz ve pratiğimiz büyük yaralar aldı; o çağların şartlarına bakarak bunu da anlayışla karşılamak gerekir. 20. yüzyıl ortasından önceki dünya tarihi, büyük ölçüde, ayrışmalar ve savaşlar tarihidir.
Meseleye buradan baktığımızda yine de şunu görürüz ki, bizim medeniyetimiz farklı ırklardan, dinlerden, kültürlerden insan toplukları arasında bile ortak değerler üretmiş; onları asırlarca bu değerler etrafında barış içinde yaşatmayı başarmış; bu başarısıyla insanlık tarihinde seçkin bir yere sahip olmuştur. Çünkü -biraz klişe bir söz olacak ama- gerçekten çok zengin ve köklü bir ortak değerler alanımız var.
Buna rağmen son bir asır içinde –anlatılması uzun sürecek birçok sebep yüzünden- bu ortak değerlerimizi görmek yerine -her toplumda bulunan, üstelik doğru yönetildiğinde toplumlara zenginlik katan- farklılıklarımızı, ortak bağlarımıza zarar verecek tarzda öne çıkardık. Yeni nesillere, müşterek değerler üzerinden ilişki kurma alışkanlığı kazandırmaktan daha çok, onları –aslında tali derecede olan- farklılıkları öne çıkararak yetiştirdik; böylece onları ayrı kampların insanları yaptık. Bu da zamanla toplumumuzda gittikçe derinleşen ve süreklilik kazanan duygusal ayrışmalara, sosyal çatlamalara yol açtı ve açıyor.
***
Yine de bu deneyim sayesinde, nerelerde yanlış yaptığımızı görmemizin şimdi daha kolay olduğunu düşünüyorum. Tıpkı İkinci Dünya Savaşı sonrasında Batılı ülkelerin yaptığı gibi bizim de hatalarımızı görmemiz şimdi daha da gerekli ve mümkün hale gelmiştir. Sayısız ortak değerlerimiz üzerinden birbirimizle buluşmaya mecburuz. Bunu başaran bir Türkiye halkı, kendi toplumsal barışını sağlamasının yanında, ağır bunalımlar yaşayan diğer Müslüman toplumlar için de bir barış ve uzlaşı modeli olabilir; tarihî birikimimiz, zengin deneyimimiz dikkate alındığında öyle olması da gerekir. Bunun için herkes ve her kesim “ortak değerlerimizde buluşma” davasına inanmalı, bunu yürekten desteklemelidir. Şimdi vakit, içimizdeki öfkeleri boşaltma; orada sevgi, müsamaha gibi yapıcı duygular yeşertme vaktidir; Kur’an’ın ifadesiyle “aramızda sımsıcak dostluklar oluşabilmesi için kötülükleri iyiliklerle savma” vaktidir.
Elbette birbirimizi gücendiren hatalarımız var. Fakat farklılıkları hoş görme, hataları bağışlama, sıkıntıları birlikte aşma iradesi bahşedecek sayısız ortak değerlerimiz, bağlarımız ve ideallerimiz de var. Vatanımız, devletimiz, milletimiz, bereketli topraklarımız, seksen üç milyona varan dinamik nüfusumuz, muhteşem bir tarihimiz; zengin sanat, kültür ve medeniyet birikimimiz; dinî inançlarımız, pratiklerimiz ve mabedlerimiz; örflerimiz, adetlerimiz, hoşgörü ve paylaşma ahlakımız ve daha birçok köklü manevi ve maddi müştereklerimiz var. Ülkemizi kalkındırma, demokrasi kültürümüzü zenginleştirme; halkımızın eğitim ve hayat kalitesini yükseltme; insanlarımızın onurlarını, haklarını ve özgürlüklerini geliştirme gibi ortak hedeflerimiz var.
Hangi farklılığımız bunlara zarar vermeye değer!..
İletişimsizlik husumetleri derinleştirir; karşıtları daha da uçlara iter. Farklılıklarımız üzerinden birbirimizi epeyce hırpaladık. Artık müştereklerimize bakma ve bunlar üzerinden kendimiz, milletimiz, vatanımız için hayırlı ve güzel işler yapma zamanı çoktan geldi. Milletimiz bu ortak ruh ve iradeye sahip olduğunu yeri geldiğinde hep gösterdi. Bu ülkenin siyasetçileri, yazar-çizerleri, sanatçıları, eğitimcileri, din önderleri; kısaca hepimiz, eğer birbirimizi dinleme, müştereklerimiz etrafında birleşme ve gerektiğinde bu uğurda kendimizden verme olgunluğunu gösterebilirsek, farklılıklarımızı saygıyla kabullenme erdemine sahip olabilirsek, o zaman bütün zorlukları nasıl kolayca aşabildiğimizi de görürüz. Şu zor günlerde birbirimizin sağlığını korumada gösterdiğimiz özveriyi, ortak değer ve ideallerimizde buluşup sevgiyle kucaklaşma yolunda da gösterebiliriz.