Müslümanlar çağ ile yüzleşebilecekler mi?

Mustafa Çağrıcı
Müslüman ulemanın ve onların yönlendirdiği Müslüman toplumların din ve İslam tasavvurlarını oluşturan bir ezberleri var. Dindar çevrelerde halen devan eden bu ezberin giderek işe yaramaz hale geldiği özellikle 19. ve 20. asırlar ile 21. asrın ilk çeyreğinde ayan beyan görüldü. Buna rağmen, meslektaşlarımın çoğunluğu, ezberledikleri eski bilgi ve fikirleri –pratik hayata ne kattığını yahut o hayattan neler götürdüğünü hesap etmeden- tekrar edip duruyorlar; azınlıkta kalan bir kesim gibi ben de yazılarımda aldatıcı olmamaya çalışıyorum; elimden geldiği, aklımın erdiği, bilgimin yettiği nispette ezber bozan yazılar yazıyorum ve yazacağım.

***

Fikirlerimin postulatlarını şöyle özetleyebilirim:

1. Din, kaynağı bakımından ilâhî, hedefi bakımından insanî ve sosyal bir alandır. Din, bütün buyruk ve yasaklarında insanın ve insanlığın ‘hidayet’ini ve ‘felâh’ını gözetir. Hidayet, “insanın entelektüel düzeyde ‘hakikat’i, pratik düzeyde ‘doğru yol’u (sırât-ı müstakîm’i) bulması ve hayatını o yolda geçirmesi”dir; felâh ise “insanın iki dünyada da kurtuluşa ve huzura ermesi”dir. İnsanın ve insanlığın bu iki yararını gözetmeyen, bu iki amaca aykırı sonuçlara götüren bir din tasavvuru ve yaşayışı, bunlara aykırılığı ölçüsünde yanlış ve zararlı, ilâhî vahyin ve peygamberliğin hikmetine aykırıdır.

2. Çağın masum bilimleri ve gerçekleri, insanlığın meşru talepleri ve yararları ile Allah’ın Kitabında ve Peygamber’in Sünnetinde ortaya konmuş olan dinî ilkeler, değerler, buyruk ve yasaklar arasında bir zıtlaşma ve çatışma olamaz. Bir din anlayışı bu ikisi arasında bir zıtlaşma ve çatışma üretiyorsa o anlayış Allah’ın gönderdiği din değildir.

3. İlâhî takdir gereğince her toplumun, içinde yaşamak zorunda olduğu bir çağı vardır. İşte çağdaşlaşma, kısaca, toplumun çağını anlaması, çağa bilinçli uyum sağlaması; çağın nesnesi değil öznesi olmasıdır; yani gerektiğinde kendi insan merkezli değerleri, kültür ve medeniyet dinamikleri çerçevesinde çağa yön verme yeteneği ve birikimine sahip olmasıdır. Bunu başarmak için bugünkü din ve ahlak anlayışımızı, geleneksel birikimimizi, kendi çağımızın ihtiyaç ve taleplerine göre gözden geçirmek ve gerektiği ölçüde yenilemek zorundayız.

4. Geleneğe, tarihe, kültüre saygı başka; geleneği, tarihi, kültürü kutsal ve dokunulmaz saymak başkadır. Söz gelimi –daha önceki muhtelif yazılarımda da belirttiğim gibi (özellikle bkz.: “Fıkıh hukuku”, Karar 12.08.2020), ilim geleneğimizde Müslümanların dünyevi işlerinin ana düzenleyicisi olan ‘fıkh’ın İlâhiyat Fakültelerinde “İslam Hukuku” adıyla okutulması son derece sakıncalıdır.

Gerçekte okutulan, eski fıkıh âlimlerinin kendi çağlarının hukuki, toplumsal, siyasal, ekonomik vb. dünyevi ihtiyaçlarına göre ürettikleri fikirler, çözümlerdir. Bunlar, İslam’ın asıl ilkeleri olan adalet, hakkaniyet, dürüstlük gibi ahlâkîlik durumlarına göre, İslâmî olabilir de olmayabilir de. Oysa modern dönemde “İslam hukuku” adı, bu adla işlenen hukuk, siyaset, ekonomi vb. dünyevi alanlardaki eski bilgileri “İslam” ismiyle kutsallaştırmış, dokunulmaz ve değiştirilemez kılmış, dondurmuştur.

5. Müslüman dünyanın çağımızda yaşadığı ağır sorunlar, kaderin dayatmaları değildir; Bunlar, Müslüman âlimlerin ve toplumların kutsal kabul edip dogmalaştırdıkları yukarıda sözü edilen geleneğin, tarihin ve kültürel birikimin, buralardan beslenen din anlayışımızın ve dünya görüşümüzün bizi getirdiği kaçınılmaz sonuçlardır. Müslüman toplumların durumlarının düzelmesi, bu gerçeği dürüstçe görmeleri ve kabul etmeleriyle başlar.

Einstein’e atfedilen bir sözde de denildiği gibi “Aynı şeyleri tekrar edip farklı sonuçlar beklemek deliliğin bir türüdür.” Hz. Peygamber’den nakledilen “Mümin aynı delikten iki defa sokulmaz” (Müslim, Sahih, hadis no. 7608.) anlamdaki söz de aynı gerçeğe işaret eder. Müslüman toplumların, geleneksel birikimi, farklı bir sonuç alacaklarını umarak inatla tekrar etmeleri tam bir akıl tutulmasıdır.

6. Çağdaşlaşma hedefine ulaşmak ve onu kalıcı kılmak, toplumun bunu kabullenmesine, bu yönde bir bilinç, bilgi, düşünce ve irade dönüşümü yaşamasına bağlıdır. Toplumu buna hazırlayacak olan da entelektüeller, örgün ve yaygın eğitim kurumlarıdır.

7. Son olarak, bugünkü ilâhiyat ve din eğitimimiz, gövde olarak oldukça irileşmiş bulunsa da içerik olarak çağın gerçekleri ve talepleriyle ilgisizdir; hep tekrar ettiğim gibi, 1000 yıl önceki Nizamiye medreselerinden farksızdır. Tüm öğretim kurumlarında olduğu gibi din öğretimi kurumlarında da öğrencilere, kendilerini yaşadıkları çağın yeni/yenilikçi fikirlerine açacakları bir öğretim verilmelidir.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (82)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.