İslâm dünyasının yaşadığı, son yıllarda ağır krizlere dönüşen ekonomik, toplumsal ve siyasal sorunların arkasında dünyanın egemen güçlerinin kötü niyetli projelerinin bulunduğu doğru olabilir. Ama unutmayalım ki, meselenin bir ucunda da biz varız; hatta meselenin merkezi biziz. Dünyayı düzene sokmak, hizaya getirmek bizim elimizde değil; ama kendimizi kötü niyetlerin, yıkıcı projelerin, müdahalelerin uygulama alanı olmaktan kurtarmak bizim elimizdedir. Kur’ân-ı Kerîm’in tabiriyle Allah’ın, Resûlünün ve Müslümanların izzetini korumak, bunun için gerekli ahlâkî ve bilgisel donanıma sahip olmak bizim elimizde ve sorumluluğumuzdadır.
***
Alman toplumundaki gelişme enerjisinin arkasında Protestanlığın Luther’den sonra ikinci büyük temsilcisi olan J. Calvin’in çok çalışma, ölçülü tüketme ilkesine dayanan üretme ve iş disiplini ile modern çağın en büyük filozofu olarak bilinen Kant’ın ödev ahlakındaki kategorik emperatif yani ahlâkî buyruğun/kuralın hiçbir şartta ihlal edilemeyeceği ilkesine dayanan ahlak disiplini olduğu söylenir. Alman eğitimi bu iki çizgiyi ödünsüz biçimde uygular.
Elbette İslâm’ın hem klasik, hem orta, hem modern çağlarında böyle din âlimleri ve düşünürler bizde de yetişti. Daha İslâm’ın ikinci yüzyılında (Calvin’den 800 sene önce) İmam-ı Azam ve özellikle öğrencisi Muhammed eş-Şeybânî, Mûtezile âlimlerinin tamamı, İmam Mâverdî, Râgıb el-Isfânî, Necmeddin et-Tûfî, İbrahim eş-Şâtıbî, Kâtip Çelebî gibi âlimler İslâmî düşünce ve ilimlerde yenilik içeren görüşler geliştirmeye çalıştılar. Fakat –Almanlardan ve genellikle Batılılardan farklı olarak- bizde bu düşünceler sonraları okulun kapısından bile sokulmadı; dahası Mûtezile âlimlerinden kalan kitapların neredeyse tamamı yok edildi.
İslâm dünyasında –daha muhafazakâr ve her konuda teslimiyetçi insan modelini öngördüğü ve bu model siyasilerin de işine geldiği için- eğitimde her zaman Eş‘arîlik fikriyatı ve zihniyeti hâkim oldu. Hatta sözde Hanefî-Mâtürîdî olan Osmanlı medreselerinde bile Eş‘arîlerin kitapları okutuldu. Bu sebeple bizim eğitimimizde ve dolayısıyla din-dünya ilişkisine dair telakkimizde gelişme karşıtı çember bir türlü kırılamadı. Katı mezhepçiliğin kuşatması altındaki Şiî dünya da aynı surunu aşamadı. Modern dönemde ise İslâm dünyasının her yerinde yenilikçi dinî düşünceyi savunanlara adeta nefes aldırılmadı. Hâlâ da öyledir.
***
Bizim âlimlerimizin sık sık tekrar ettikleri sünnetullah (Allah’ın yasası) -konumuz bağlamında- şudur: İyi eğitilmiş, uzmanlığa saygısı olan; dürüst, düzenli ve disiplinli çalışan; yöneticisiyle halkıyla israf etmemeyi, ürettiğinden fazla tüketmemeyi, sade yaşamayı kültür haline getirmiş, hukuk ve ahlak kurallarında istisna oluşturmamayı ahlak yasası olarak içleştirmiş toplumlar başarılı olurlar. Böyle toplumlar, savaş gibi büyük felaketler dışında, mesela şu günlerde bizim yaşadığımız ekonomik sıkıntıları, dolayısıyla buradan kaynaklanan, toplumsal ve siyasal sorunları yaşamazlar. Çünkü o toplumlarda ahlak ve hukuk bakımından bir iş yanlışsa her zaman ve herkes için yanlıştır. Bu sebeple öyle toplumlarda çoğunlukla sürprizler azdır; devletiyle halkıyla herkes işini objektif kurallara ve ilkelere göre yaptığı için geleceği öngörmek kolaydır ve projeler, planlar genellikle tutar. Bu da o topluma ve o ülkeye içeride ve dışarıda güven oluşturur.
Umumiyetle ilkeli ve kurallı toplumlar daha az sorun yaşarlar. Çünkü bu toplumlarda kurallar toplum yararı gözetilerek belirlenir ve işletilir; ilkelere ve kurallara göre yaşama alışkanlığı okullarda verilir. Bu sayede kurallar ne kişiler ne kesimler ne de devlet adına, özellikle de din adı kullanılarak ihlal edilmez, istisnalar yapılmaz.
Buradan kendimize bir projektör tutalım, bakalım nasıl görünüyoruz.