Bugün Müslüman toplumların içine düştükleri iki büyük sorun var: Biri bilim ve teknolojideki gerilik, diğeri ahlakî yozlaşma... İkisinin temelinde de referans olarak aldığımız eski –sözde- “dinî” bilgi yığını ile yeni dünyanın şartları arasındaki sıkışmışlık olduğunu belirtmiştim. Kanaatimce Müslüman toplumları halen kuşatmış bulunan yoksulluk, hukuksuzluk, şiddet, cinayet, göç gibi olguların sebebi de bu sıkışmışlıktır. O yüzünden, dikkat edilirse, Müslüman toplumlarda herkes burnundan soluyor.
“Bilgide başkalarına bağımlı olanlar her alanda bağımlı olurlar” demiştim. Modern çağda bilgiyi yönetenler toplumları da yönetiyorlar. Nitekim dünyanın birçok bağımsız entelektüeline göre, Müslüman coğrafyada özellikle son yirmi yılda yaşanan olumsuzluklar, ABD’nin bu coğrafyayı “Amerikan çıkarları”na göre şekillendirmek için hazırlayıp yürüttüğü “Büyük Ortadoğu Projesi”nin (BOP) sonuçlarıdır. Bu projenin en önemli uygulama aracının ise kitlelerin zihinlerini esir almış olan eski ayrıştırıcı –sözde- “dinî” bilgiler ve mezhepçi cepheleşmeler olduğunu görüyoruz. Tamamı BOP sürecinde ortaya çıkan veya etkinleşen El-Kaide, IŞİD, Boko Haram, Taliban vs. piyon yapıların dini kullanmalarının sebebi de budur. Projeye dâhil edilen ırkçı-seküler PKK ve eklentileri ise bu kimliğiyle BOP’a özel bir katkı sağlıyor.
Ama sonuçta sorun da bizde, çözüm de bizde... Sorunun ne olduğunu anlattıklarım yeterince gösterdi. Çözüme gelince, onun iki unsurunu daha önce şöyle özetlemiştim:
1. Bilim ve teknoloji toplumu olmaya öncelik vereceğiz. Birçok bireysel ve toplumsal problem bilgisizlikten yahut sahte bilgiden geliyor. Bilgisizlik ise güçsüzlük, çaresizlik ve edilgenliktir.
2. Ahlaklı, dürüst, erdemli birey ve toplum olmaya önem vereceğiz. Birçok kötülük, bilginin sağladığı güç ve imkânları zalimce ve ahlaksızca kullanmaktan ileri geliyor.
Bunlara şunu da eklemeliyiz:
3. Uzlaşmaya, hoşgörüye, birbirimizi değerli ve saygın görmeye önem vereceğiz. Bizzat Kur’an’ın kelimeleriyle insan “tanrısal fıtrat” (fıtratallâh) taşımaktadır ve Allah “Ona kendi ruhumdan üfledim” (ve nefahtü fîhi min rûhî) buyuruyor. Bunlar Kur’an öğretisinin evrensel boyutudur; insanın yaratılıştan gelen saygınlığını gösterir ve bize insanı yücelten bir felsefe geliştirme ufku verir.
***
Şundan kesinlikle emin olmalıyız ki, insanlarımızın, toplumlarımızın enerjisini bilgiye, ahlaka ve sevgiye yönlendirmek yerine, –hangi amaçla olursa olsun- zihinlere nefret ve düşmanlık eken, insanları ayrışmaya ve çatışmaya yönelten eğitimler hakikatte dine de millete de ümmete de kötülük ve düşmanlıktır. Müslüman toplumların asırlardır çektikleri acıların ve geri kalmışlıkların asıl sebebi işte bu bilgi, ahlak ve sevgi yoksunu eğitimdir ve ne yazık ki, Müslüman toplumlarda ana karakteri böyle olan bir eğitim hâlâ devam etmektedir.
İster bireysel ister toplumsal düzeyde olsun, insan ilişkilerinde sevgi ve sulh-i sükûn asıl, öfke ve kavga ârızîdir. Fıtraten de bu böyledir, dinen de… Fıtraten barış ve uzlaşma esas olmasaydı, insanlar bir arada yaşayamazlar, toplumsal hayat olmaz, uygarlıklar kurulamazdı. Yukarıda değindiğim gibi dinen de insan ilişkilerinde sevgi ve barış asıldır. Onun için Hz. Peygamber Medine’ye geldiğinde önce, –bazılarının dünyanın ilk anayasası dedikleri- bir toplumsal sözleşme hazırlayıp yürürlüğe koydu. Medine’de önemli bir kitle olan Yahudiler de bu düzenlemede hak ve sorumlulukları olan vatandaşlar olarak yer aldılar.
Hz. Peygamber Mekke’yi fethedince de kan davası gütmedi, rövanşist davranmadı; “Entüm tulakâu” (hepiniz serbestsiniz) diyerek temiz bir sayfa açtı; Hz. Yusuf’un Kur’an’da geçen bir sözüne atıfta bulunarak, bu tutumun peygamberî-evrensel bir ahlak ilkesi olduğuna işaret etti. Hâlâ Müslüman toplumların ve dünyanın bu öğretiye ihtiyacı var.
Şimdiki halde bu söylediklerimin ütopya olduğunun farkındayım. Fakat bütün idealler başlangıçta ütopyadır ve özellikle her şeyin hızlı değişebildiği çağımızda bizim ütopyamız da kısa zamanda gerçek olabilir. Ama bunun için önce kafaların, dolayısıyla eğitim felsefemizin değişmesi gerekmektedir.