Şimdilerde halkın ‘medya hocaları’ dediği bir kesim türedi. Çok şükür (!) memleket “dindarlaştığı”, “İslâmcılık” güçlendiği için bunlara itibar da arttı.
“Şöhret afettir” denir ya; işte bu afet bazı hocalarımızı epeyce kuşatmış vaziyette. Ama şöhret yine de güzel; hele yanında biraz da servet olursa!
Medya hocalığına ilk soyunanlardan biri, o zamanların mütegallibe kesimini memnun eden konuşma ve yazılarıyla epeyce şöhret ve servet toplamıştı. Ama ‘şöhret ve servet’ diye diye nefsinin kölesi haline gelenlerin akıbetleri pek iyi olmuyor.
***
Keşke popüler mevlithanlar gibi bu “hocalar”ımız da dernekleşseler! Daha verimli, daha planlı çalışırlar. Ağlayıp ağlatan hoca mı isteniyor; kestirmeden cennete götüren mi; evliya uçuran mı; cazgır gibi bağırıp çağırarak ilgi toplayabilen mi; ağlattığı helvacı çocuğun gözyaşlarına -hâşâ- Allah’ı acındırıp kandırmış evliyanın hikâyesini anlatan mı; astronomi, tıp vs. ne kadar bilim varsa ve bunlarda hangi buluşlar yapılmışsa hepsinin Kur’an’dan yerini -eliyle koymuş gibi- bir bir gösteren hoca mı isteniyor; (şimdilerde pek taliplisi yok ama) bahusus laikçi hoca mı, yoksa anti-Kemalist mi isteniyor... Hatta medrese görmüşü, üniversite okumuşu, doçenti, profesörü… Yayın kuruluşları hangisinden isterse dernek sayesinde servis edilir.
***
15-20 yıl öncesine kadar böyle hocalar fazla yoktu. O yıllarda dindarlar ‘ötekiler’di. Pek de adam yerine konmazlardı. Dönemin hâkim kesiminin gözünde hayvan hakları dinî talepleri olanların haklarından daha önemliydi. İşte bu şartlarda mağdur kitleleri diri tutacak bir retoriğe ihtiyaç vardı. O zaman bizimkiler “İslâm nizamı”, “Şeriat düzeni” gibi -Mısır’ın İhvan-ı Müslimîn’i ve Pakistan’ın Cemaat-i İslâmî’den ithal- söylemlerle bu retoriği işliyorlardı.
Şimdi bu söylemler terkedildi; hele şeriat kelimesi iyice unutuldu. Halbuki uğruna ne mücadeleler verilmişti. Şimdilerde bu kelimeyi şu sevimli medya Hoca’sının dışında pek kullanan kalmadı. Onu da “Şov olsun reyting olsun, eğlenelim eğlendirelim” diye konuşturuyorlar.
Bu medya hocalarından bazıları “süm…-i şerif”, “sid…-i şerif” vs. edebiyatı yapıp, güya Resûlullah efendimizi mucizelerle yücelttiklerini sanırken -veya öyle yapıyormuş gibi görünürken- esasında Peygamberimizi ve İslâm’ı ironi malzemesi yapıyorlar.
Öbür tarafta bir başka medya Hoca’sı, -tıbbî sorunu olduğu için mi, yoksa bir zamanların Aczimendî hocası gibi ona da İslâm’ı ve Müslümanı itibarsızlaştırma görevi verildiği için mi bilemem- “Allah, maşallah, sübhanallah”lar ile başka işler çevirirken adeta İslâm’ın kutsallarıyla alay etmeyi, ettirmeyi sürdürüyor.
***
Bu arada bir şeyi çok merak ediyorum: Kadîm dostlar ve yol arkadaşları olsalar bile, kimi siyasetçiler, basın mensupları… “Şöyle de düşünülebilir mi?” dediklerinde, hatta deme ihtimali görüldüğünde dahi programları iptal edilebiliyor; köşelerinden kovulabiliyor da, neredeyse her söyledikleri, her yaptıkları İslâm’ın izzetine ve iffetine bir darbe daha vuran kişiler, oluşumlar neden bu kadar rahat ve cesur olabiliyorlar?
Hatırlarsınız; 2005’te Batı kaynaklı bir karikatür meselesi çıkmış; bizde de bu alçaklığa ciddi tepkiler gösterilmişti. Çünkü maksat İslâm’ı ve onun Aziz Peygamberini itibarsızlaştırmaktı. Bir şeyi itibarsızlaştırmanın en etkili yolu da onu karikatürize ederek alay konusu yapmaktı. Peki hoca, cemaat gibi dinî isimler taşıyan şu sözünü ettiğimiz kişilerin ve çevrelerin yaptıkları da kutsal değerlerimizi itibarsızlaştırma değil mi?
O tarihte karikatürleri
özgürlük konusu yapanları -haklı olarak- kıyasıya eleştirenlerin, dinî kavram ve kutsallarımızı fütursuzca aşındıran bu “hocalar”a, “cemaatler”e hiç değilse söyleyecekleri iki cümle yok mu? Bunun için illa onların da azmanlaşıp “paralel güç” düzeyine ulaşmaları mı gerekiyor?