Kuruluş amacı Kur’ân-ı Kerîm’i doğru anlamanın ilmî altyapısını oluşturma çabalarına katkıda bulmak olan KURAMER’in İslâm Öncesi Araplarda Dil ve Edebiyat başlıklı yeni kitabı çıktı. Eser, alanın profesörlerinden İsmail Durmuş, Dursun Hazer, Ali Bulut ve Halim Öznurhan’ın yazılarından oluşuyor.
“Kur’an’ın dili Arapçadır.” Herkesin bildiği bu yalın ifade, zamanımız Müslüman toplumlarında, sorunların çözümünü uzun soluklu bilimsel, teknik, ekonomik vs. alanlarda gelişmede aramak yerine, kestirmeden çözme kolaycılığına kaçan geniş bir kesimi yanıltıyor. Bilhassa son 50-60 yıl içinde, mealci ya da Kur’an’cı denilen bazı gruplar oluştu. Bunlar ellerine bir Mushaf veya meal alıp, ileri derecede uzmanlık isteyen ekonomi, hukuk, siyaset bilimi gibi alanlarda ahkâm kesiyor; sonuçta -sorun çözmek şöyle durusun- ağır toplumsal sorunların çıkmasına sebep olabiliyorlar.
Mesleğinde başarılı bir yakınım bir ara bana meal yazmak istediğini söylemişti.
- “Sen Arapça bilmiyorsun; nasıl olacak bu iş?” dediğimde şu ilginç cevabı verdi:
- “Ne yani, baldırı çıplak bedevi, Arapça biliyor diye Kur’an’ı anlayacak da ben mi anlamayacağım!..” Aşağı yukarı şunları söyledim:
- “Şunu bil ki, vaktiyle birçok ünlü Kur’an tefsircisi, orijinal Kur’an Arapçasını öğrenmek için yıllarca çölde yaşamış; kimliğini gizleyip, o senin aşağıladığın bedevinin çadırının önünde yatmıştı (Çünkü bedeviler, bozarlar korkusuyla dillerini yabancılara öğretmezlerdi). Sen İslam’a ve Müslümanlara iyilik etmek istiyorsan, dünyada isim yapıncaya kadar kendi mesleğinde ilerle.”
O günden sonra gencimiz benimle selamı sabahı kesti.
***
Esasında diğer kadîm dinî metinler gibi Kur’an’ın da mana ve maksadını doğru anlamak için vahiy çağının dili ve kültürü hakkında sahih bilgiler edinmek şarttır. Bir dostum anlatmıştı: İlahiyat öğrenciliği sırasında hızlı mealciymiş. Meşhur İslâmî ilimler uzmanı Montgomery Watt, Kur’an’ı doğru anlayabilmek için İslam öncesi Arap dili ve kültürünü bilmenin gerekliği üzerine Fakültede bir konferans vermiş. Bizimkisi, “Kur’an kendisinin apaçık olduğunu söylüyor; onu anlamak için öyle şeyler bilmek gerekmez” deyince adam “Ve hüve yücîru ve lâ yücâru aleyhi” ayetini okuyup ne anladığını sormuş. Tabii bizim mealci bocalamış. Watt devam etmiş: “Şaşırdınız; çünkü o dönemin civâr (himaye) kültürünü, ayetteki ilgili fiillerin bu anlamı içerdiğini bilmiyorsunuz. Ayette ‘Allah himaye eder ama kendisinin himaye edilmeye ihtiyacı yoktur’ deniliyor.”
***
Kendi kültürümüzü doğru anlamak ve değerini kavramak için de Kur’an’ı doğru kaynakların yardımıyla doğru anlamaya ihtiyacımız var. Buna kanıt olarak, Allah aşkının ve derin dindarlığın erişilmez anlatısı olan Yunus Emre’nin şu mısraları bile yeterlidir:
“Dağlar ile taşlar ile / çağırayım Mevlâm seni
Seherlerde kuşlar ile / çağırayım Mevlâm seni
…………
Gökyüzünde Îsâ ile / Tur dağında Mûsâ ile
Elindeki asâ ile / çağırayım Mevlâm seni
Derdi öküş Eyyûb ile / gözü yaşlı Ya’kûb ile
Ol Muhammed mahbûb ile /çağırayım Mevlâm seni”
Kur’an kültüründen nasipsiz olan biri bu mısralardan hiçbir şey anlamaz; çünkü şiirdeki bütün mazmunlar Kur’an’dan alınmıştır. Medeniyetimizin altından Kur’an’ı ve Peygamberimizi çekersek bütün tarih üstümüze yıkılır.
Çağdaş dünyanın en büyük talihsizliği, yalnız kendisinin kaba zevklerini ve çıkarlarını düşünen, bu amaçla canlı-cansız doğayı, bütün sistemi bozacak ölçüde sömüren ‘yeni bir canlı türü’nün eline düşmesidir. Onun için Yunus’un yukarıdaki mısralarının temsil ettiği, ilhamını Kur’an’dan alan ve sonu Yaratan ve yaratılan sevgisine varan kültürümüzün değerlerine ve onu üreten Kur’an’ı anlamaya çağımızın ihtiyacı var.