Ahlâk-siyaset ilişkisi her çağda insanlık için önemli olmuştur. Siyasete dair her tartışma ve eleştirinin - dikkatle bakılırsa- bir şekilde ahlâkla ilgisinin olduğu görülür. Devletlerin çöküşünde de birinci derecede ahlâkî yozlaşmanın rol oynadığı düşünülür. Bu sebeple -önceki bir yazımda da belirttiğim gibi- vaktiyle bilim ve düşünce insanlarımız, idarecileri erdemli yönetim konusunda aydınlatmayı topluma karşı bir ödev bilir; idareciler de bunu kendileri için bir iyilik ve destek sayarlardı. Zamanımızda İslâm dünyasının bu geleneği ihya etmeye ihtiyacı var.
Birçok toplumsal konu gibi ahlâk-siyaset ilişkisinin de kültürel bir zemine oturtulması gerekiyor. Çünkü tarih, toplumların kimlik, değer ve tecrübe hazinesidir. İslâm kültür tarihinde ahlâk-siyaset ilişkisini en iyi bilen ve yazan âlimlerin başında, Iraklı ünlü fakih Mâverdî’nin (m. 974-1058) geldiğini söyleyebilirim. Yıllar önce “Mâverdî’de Siyaset Ahlâkı” başlıklı bir makale yazmıştım (İslâmiyât VI/1, Ankara 1999, s. 71-92). Bu büyük soruna tarihimizde nasıl bakıldığına bir örnek olmak üzere o yazıdaki fikirlerin ana hatlarını (kendimden bir şey katmadan) okuyucumuzla paylaşmanın yararlı olacağını düşündüm.
***
Mâverdî’ye göre devletin iki temel hedefi vardır: Toplumsal barış ve bireyin mutluluğu. Bunları sağlayacak olan da erdemli yöneticilerdir, çünkü:
- Yöneticiler, ancak üstün bir ahlâk sayesinde mevki ve yetkilerini doğru kullanabilirler.
- Yöneticilerin ahlâklı olması, toplumsal ahlâkın gelişmesi bakımından da önemlidir. “Toplumsal barışı ve huzuru emreden bir lider, öncelikle bunun gereklerini kendisi yerine getirmeli, keza kargaşa ve bozgunculuğu yasaklayan lider de öncelikle kendisi kargaşaya neden olmamalıdır.” Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “İnsanlar arasında iki kesim var ki onlar düzgün olursa diğer insanlar da düzelir, onlar bozulursa diğerleri de bozulur, bunlar yöneticiler ve ilim adamlarıdır.”
- Her insan gibi yönetici de kibir ve gururu yüzünden kendi ahlâkı hakkında yanıltıcı bir iyimserliğe kapılabilir ve bu yüzden sağduyusunu kaybedebilir. Özellikle çevrelerinde dalkavukların ve menfaatperestlerin bulunması bu tehlikeyi daha da artırır.
- Yöneticilerin her bakımdan olumlu bir yönetim sergilediği, halkın da yasalara uyduğu bir ülke adalet ve mutluluk ortamıdır.
- Devlet, -her durumda şiddete başvurmak yerine- barışçı çözüm yollarına öncelik vermelidir. “En zayıf bir barışçı çözüm yöntemi bile en güçlü şiddet yönteminden daha hayırlıdır.” Mâverdî, yöneticinin dış sorunları savaşsız çözebilmek için de gerekiyorsa maddî fedakârlıktan kaçınmaması gerektiğini düşünür. “Çünkü bu şekilde sadece mallar kaybedecek, savaşta ise canlar kaybedecektir.” Aslında rakiplerine karşı barışçı bir uzlaşma yolunu seçenler, onların kin ve öfke duygularını iyilik ve sevgiye dönüştürebilirler.
- Lider, “kendi görüşünü dayatmamalı (istibdâd bi-re’yih)”, toplumsal ve siyasal konularda ahlâk, bilgi ve deneyim yönünden ehil kişilerin görüş ve önerilerinden yararlanmalıdır. Çünkü “Tek görüş hata edebilir, tek akıl yanılabilir.” “Geniş bir topluluk içinde tartışılıp da çözümü bulunamayacak bir mesele yok gibidir.”
- Devletin yararı toplumun hayat şartlarının düzeltilmesine bağlıdır. “Halkının durumu kötüleşmiş olmasına rağmen yönetimini sıkıntısız devam ettirebilmiş bir tek devlet yoktur.”
- Devlet, ülke imkânlarını adil paylaştırmalıdır. Aksi halde “yönetim, (haksız yere) çıkar sağladığı kesimlerden alacağı desteğin bedelini, kat kat daha fazlasıyla, mahrum bıraktıklarının nefret ve öfkesine maruz kalarak öder.”