İlâhî dinlerin hepsinde “Kendin için istediğini kardeşin için de iste” anlamına gelen, ahlâk kültüründe “altın kural” denilen buyruklar hep olmuş; hatta bir tercih yapmamız gerektiğinde kardeşimizin mutluluğunu bizimkine tercih etmemiz istenmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm’de, hicret sırasında Hz. Peygamber’e ve Mekkeli muhacirlere kucak açan Medine’nin yeni Müslümanları tanıtılırken “Kendileri darlık içinde olsalar bile onları kendi öz canlarına tercih ederler” buyurulur. Resûlullah da “Kendin için istediğini kardeşin için de istemedikçe mümin sayılmazsın” der.
***
İnsanın, sahip olduklarını başkasından kıskanarak, üstelik başkasının elindekine de göz dikerek yaşaması tam bir ilkelliktir. Modern çağda insanlığa egemen olan dünya görüşünün hâlâ bu ilkelliği sürdürmesi insanlık için en büyük talihsizlik ve risktir. Oysa başka insanların, hatta canlıların da dünya nimetlerinde hakları var. Üstün insanlık, bu gerçeği görmek ve buna göre yaşamaktadır. Bizi yücelten, iyi insan yapan, yediklerimiz değil, yedirdiklerimizdir. Resûl-i Ekrem’in bir hadislerinde buyurduğu gibi iyi Müslüman olmamız, kendimize bıraktıklarımızla değil, başkalarına ikram ettiklerimizle mümkündür. İlâhî irşad ile ruh ve gönül dünyaları aydınlanmış olan aziz Peygamberlerin en genel, en insanî ahlâk telkinlerinden biridir bu…
Ama günümüz insan ilişkilerine hakim olan eğilimler, geniş ölçüde bencil, çıkarcı, hedonist ve de kibirli duygulardır. Dünyayı önemli ölçüde bu ilkel duygular yönetiyor. Günümüzde yaşanan büyük gerilimlerin, krizlerin, şiddet olaylarının, savaşların arkasında –tuhaftır ki neredeyse hiç konuşulmayan- bu yıkıcı duygular bulunuyor. İnsanoğlunun din ve ahlâk bağlarından kurtulmuş ihtirasları, çağımızda her zamankinden daha fazla dünyamızı yangın yerine, soygun yerine çevirmektedir.
“İnsanların elleriyle yaptıkları yüzünden karada ve denizde bozgun çıktı” buyurur Yüce Rabbimiz… İşte şimdi öyle bir bozgun, öyle bir çözülme yaşıyor insanlık… Modern çağların bilim ve felsefeleri bu küresel bozulmayı önleyemedi, tesir alanı gittikçe genişleyen siyasetleri ve ekonomileri insanileştiremedi. Şimdi sadece besinler değil, siyasetler ve ekonomiler de “GDO”lu… Esasen erdemli bir dünya, erdemli bir insanlık inşa etmek bilimin değil, dinin ve ahlâkın görevidir, bilim sadece böyle bir inşanın imkanlarını hazırlar. Ancak onlar birer imkândır sadece. Modern iletişim araçları gibi iyiye de kötüye de kullanılabilir. Bilginin erdemle buluşmasına, dolayısıyla iyilik amaçlı kullanılmasına İslâm düşüncesinde hikmet denilmiş ve 866’da ölen ilk İslâm filozofu Kindî’den itibaren bu kavram “doğruyu bilmek ve doğru/erdemli yaşamak” şeklinde tanımlanmıştır.
***
Müslümanlar asırlar boyunca hikmeti buldukları her yerde alarak çoğulculuğu önce zihin dünyalarında oluşturdular. Bu sayede hem çoğulcu bir siyaset zihniyeti geliştirdiler hem de hâkim oldukları hemen her coğrafyada ve her devirde farklı dinî ve etnik toplulukları asırlarca bir arada barış içinde yaşatmayı başardılar. Bunlardan biri de üç gün önce DAİŞ’in kiliselere saldırıp 44 Hristiyan’ı katlettiği, yüzü aşkın insanı yaraladığı Mısır’dır. 642 yılında Hz. Ömer’in halifeliği döneminde fethedildiğinden beri bu ülkede farklı dinî gruplar güven içinde yaşadılar. İslâm’ın, savaş zamanlarında bile mabetlere ve masumlara dokunmayı yasakladığı ve tarih boyunca bu yasağa titizlikle uyulduğu herkesin malumudur.
Şu halde bu terör gruplarıyla İslamofobicilerin, İslâm’ı şiddet dini olarak gösterip itibarsızlaştırma hedefinde birleştikleri apaçık ortadadır. Böyle olunca bu yeni terör yapıları her eylemleriyle “Ben bir projeyim!” diye bağırıyor adeta. Ama projeyi hazırlayıp yöneten kim veya kimler?