‘Kayıt dışı din’ Cemil Çiçek Bey’in dilimize kattığı bir tabir. Bu tabiri, “yasal prosedürle kurulmamış, devletin bilgisi dışında program oluşturan, faaliyet gösteren, öğrenci ya da taraftar toplayan yapıların anlattığı, öğrettiği din” şeklinde anlayabiliriz.
Toplumsal hayatta ‘kayıt dışılık’ kuralsızlıktır, anarşidir. Kur’ân-ı Kerîm’in verdiği isimle ‘Câhiliye’nin, yani İslâm’dan önceki Hicaz toplumunun en büyük sorunu hukuksuzluk, kuralsızlık ve anarşi idi. Çünkü devlet yoktu. Merhum Akif’in ifadesiyle o dönemde:
“Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!
Fevzâ bütün âfâkını sarmıştı zemînin,
Salgındı, bugün Şark’ı yıkan tefrika derdi.”
***
Avusturyalı oryantalist Von Grunebaum, “(Hz.) Muhammed ve İslâm, birkaç yıl içinde Arap ‘kültür toplumu’nu ‘devlet toplumu’na dönüştürdü” der. İslâm bunu nasıl başardı? Câhiliye toplumunun ‘kayıt dışı’ hayatını kayıt içine alarak… Yani İslâm, toplumsal hayatı Câhiliye’nin anarşizminden kurtarıp kurallara bağladı. Esasları belirlenmiş bir inanç sistemi getirdi; ahlâk ve hukuk kuralları koydu.
Çizgi, kural tektir; çünkü gerçeğin ve iyinin tanımı tektir; ötesi ‘fesad’dır, anarşidir. Bunun son örneği FETÖ’dür; çünkü bâtınî-tevilci bir örgüttür. Ve bu yüzden bütün bâtınî /ezoterik hareketler gibi “Sünnet” dışına; yani meşru çizgi, kanun, kural dışına saptı.
İslâm bakımından meşru bir dinî yapı, anlayış ve hareket:
1. İslâm’ın ana kaynakları olan Kur’an ve Sünnet’in kayıtlarına uymalıdır.
2. Hukukun kayıtlarına uymalıdır.
3. Kur’an ve Sünnet’in kayıtları içinde oluşan, “Ehl-i Sünnet ve’l-cemaat” dediğimiz büyük çoğunluğun (sevâd-ı âzam) anladığı ve yaşadığı arı duru İslâmî birikime uymalıdır.
***
Modern hukuk gibi Müslümanların hukuk birikimi de meşru kaynakların ve kuralların dışına sapmış yıkıcı dinî akımlara karşı toplumun korunması gerektiğini kabul etmiştir. Literatürümüzde bu işleve “hirâsetü’d-dîn” denir. Osmanlı döneminde -“itikadı bozuk, dalalet ve fesad sahibi” tarikat mensuplarının takibini de kapsayan- bu görev Şeyhulislamlık ve müftülüklere, Cumhuriyet döneminde ise Diyanet İşleri Başkanlığı ve bağlı kurumlara verilmiştir. Neden? Çünkü hem dinin hem de devlet ve toplumun selameti için her oluşum denetlenmek ve hesap vermek zorundadır. Bunun olmadığı yerde kuralsızlık, dolayısıyla fitne ve anarşi vardır.
1925’te, bilinen dinî yapıların kayıt dışına itilmesi nereden baksanız yanlıştı. Öncelikle kayıt içindekiler hesap verir; fakat kayıt dışındakilerin kanunu kuralı olmadığı için dinen de hukuken de hesap sorulamıyor. Bu durumda adam başına sarık sarınca “İstediğim gibi konuşurum” diyor. Bazı mahalli radyoların, televizyonların, hatta ulusal denilenlerin sözde “dinî” programlarında anlatılanlar akla ziyan şeyler… Bunların Harry Potter filmlerinden tek farkı, yaptıklarının üstüne “din” etiketi yapıştırılmaları… En kötüsü de burada. Çünkü o etiketi görenler duyduklarına, gördüklerine iman ediyorlar.
Son yıllarda İslâm toplumları bunun vahim sonuçlarını yaşıyor. Böyle bir zihniyet ortamında insanlar her türlü provekasyona açık hale geliyor. Ayrıca siyasi ve ekonomik bağımsızlık, açık toplum, eleştiri ve hoşgörü kültürü, demokrasi, hukukun üstünlüğü gibi ilke ve değerler gelişemiyor. Öyle olunca, böylesi toplumlarda gizli-açık emperyalist güçler kolaylıkla zemin bulup at oynatabiliyor; 1400 yıldır emellerine ulaşamayan İslâm dışı dinî odaklar da bugünkü İslâm ve Müslüman imajını seyredip ellerini ovuşturuyorlar.