RAMAZAN YAZILARI
Erich Fromm’a göre Batılar, 18. yüzyıldan itibaren insanoğluna yeni bir ‘gelişme dini’ verdiler. İnsanlara ‘sınırsız üretim, mutlak özgürlük ve kısıtlanmamış mutluluk’ üçlüsünü hedef olarak gösterdiler. Buna karşılık zamanımızda Minimalizm adıyla başlayan bir hareket de aşırı tüketim ve marka düşkünlüğüne karşı ‘az çoktur’ sloganıyla dünyaya yayıldı. Ülkemizde özellikle Diyanet gibi dinî kurumların mensupları genç kuşaklarla iletişim kurmak için –İslâmî ilke ve değerlerle bağdaşan noktalarda- bu tür hareketlerle birlikte çalışmalıdırlar.
Kur’ân-ı Kerîm’de insanların ellerindeki nimet ve imkânları Allah’ın razı olmayacağı, insanların zarar göreceği şekilde ve ölçüsüzce harcamalarına, yanlış ve kötü işlerde kullanmalarına israf denilmiştir. Kur’an’da ‘israf’ kavramı teolojik bağlamda da geçmekle birlikte harcamayla ilgili kullanımı yaygınlık kazanmıştır. İsrâ suresinde (17/26-27) tebzîr kavramı da ‘israf’ anlamında kullanılmıştır. 400’lü (1010) yılların başlarında ölen Râgıb el-Isfahânî’ye göre çalışıp üretmek farzdır (ez-Zerî‘a, s. 380); israf ise bir hak zayiidir ve dolayısıyla zulümdür (s. 410).
Ayetlerde nimet ve imkânları Allah’ın rızasına ve başkalarının iyiliğine uygun, doğru ve yerinde kullanmaya çoğunlukla ihsan, işlerini genelde iyi ve yerli yerince yapana, özelde iyilik ve ihsanda bulunana da muhsin denilmektedir.
Mali işler açısından bakıldığında İslam kaynaklarında ihsan kavramının özetle ‘meşru yollardan kazanma ve meşru yollarda harcama’ anlamını içerdiği söylenebilir. Bunun tersine de israf denilmiştir. İsraf terim olarak kullanıldığında özellikle gereksiz veya aşırı harcamaları ifade eder.
İNSAN NEFSİ DOYMAK BİLMEZ
İnsanları israfa götüren nedir? Daha mükellef bir sofra, daha şık bir giyim, daha çok gezip tozmak, daha baş döndürücü bir eğlence... Kısacası daha pahalı, lüks ve hedonist bir hayat… Fakat nereye kadar? İnsan nefsi doymak bilmez ki!
Modern zamanlarda bu hayat tarzı iyice yaygınlaşmıştır. Kaybettiği kişiliğini ve öz değerini, kullandığı saatin, telefonun, çantanın, ayakkabının, giysinin markasında; evin, taşıtın… konforunda arayan varlıkların oluşturduğu bir ülkede ve dünyada yaşıyoruz. Ünlü Alman psikanalisti Erich Fromm’a göre böyleleri bu tutumlarıyla aslında kendi hiçliklerini gösteriyorlar.
Erich Fromm’un Sahip Olmak ya da Olmak adlı eserindeki ifadesiyle (İstanbul 2003, s. 51-52) “Her tüketilen şey, tüketildiği andan itibaren tüketiciyi tatmin edemez hale geldiği için insanlar yeniden ve daha fazla tüketime yönelmek zorunda kalmaktadırlar. Bu çarkın sonu bir türlü gelmeyince, hep tatminsiz bir çırpınış içinde bocalayan modern tüketiciler, aslında kendilerini şu formülle ifade etmektedirler: Ben, sahip olduğum ve tükettiğim şeyler dışında bir hiçim…”
Fromm, anılan eserindeki fikrine göre Batılar, bilhassa 18. yy.dan itibaren insanoğlunu o güne kadarki manevi ülkülerinden uzaklaştırarak ona yeni bir ‘gelişme dini’ verdiler. Bu ‘din’ insanlara hayatın amacı olarak ‘Sınırsız üretim, mutlak özgürlük ve kısıtlanmamış mutluluk’ üçlüsünü hedef olarak göstermektedir (s. 20). Eski din ve felsefelerin vizyonunda ‘olmak’ vardı; yani özünde insan olmak, insanî ve ahlâkî erdemleriyle kendisi olmak (s. 37 vd.); bizim kültürümüzdeki insân-ı kâmil olmak.
Fakat ‘gelişme dini’ insandan bu ‘olma’ ufkunu aldı ve yerine kapitalizmdeki ‘sahip olma’yı koydu: “Laissez faire laissez passer.” Bu vahşi tutku, insandaki –Fromm’un ‘radikal hedonizm’ (Kur’an’ın ‘hubbu’ş-şehevât’) dediği- ilkel kompleksi uyardı. Bu da insanlarda çatışma ruhunu ve bunun için güç biriktirmeyi getirdi. “Çünkü açgözlülük ve barış bir arada olamazlar” (s. 27). Batılının –kendi içindeki çatışmaya ara verirken- dünyada sürekli çatışma merkezleri üretmesinin gerisinde bu ‘radikal hedonizm’ ve ‘gelişme dini’ var. Sömürenler bunun için sömürüyorlar.
GÖNÜLLÜ SADELİK KAVRAMI İSLAM’DAKİ ZÜHD
Buna karşılık zamanımızda Minimalizm adıyla mimari alanda ABD’de başlayan bir hareket de giderek, aşırı tüketin ve marka düşkünlüğüne karşı ‘Az çoktur’ sloganıyla dünyaya yayıldı. ‘Gönüllü sadelik’ (İslam’da zühd) kavramını ilke edinen bu hareket, bu yaklaşımıyla kanaatkârlık, tutumluluk, paylaşma gibi İslâmî erdemleri içeren bir felsefeyi savunmaktadır.
Kanaatimce ülkemizde özellikle Diyanet teşkilatı, İlâhiyat Fakülteleri ve İmam-Hatip Liseleri gibi dinî kurumların mensupları, aynı çizgideki sivil toplum örgütleri çağdaş insanla, bilhassa genç kuşaklarla iletişim kurmak için –İslâmî ilke ve değerlerle bağdaşan noktalarda- bu tür hareketlerle birlikte çalışmalıdırlar.