Her düşünce, bilgi, inanç mutlaka sunulmak ister. İslam’ın sunumu için Kur’ân-ı Kerîm’in tebliğ ve davet terimleri kullanılır. Tebliğ yahut davetin bir şekli, bir de içeriği vardır. Elbette şekil ve yöntem önemlidir. Ama daha önemlisi tebliğin içeriğidir. Yani tebliğ ama neyin tebliği? İslâm’ın doğru ve yeterli bir şekilde tanıtılabilmesi için tebliğ bu sorunun cevabını içermelidir. Tebliğ ettiğimiz şey muhatap tarafından anlamlı bulunmadıkça çalışmamızın başarılı olamayacağı açıktır. Muhatabın tebliğ ettiğimizi anlamlı ve ilgilenmeye değer bulunması ise onun sorunlarına çözümler getirip getirmediğine, beklentilerine ne ölçüde cevap içerdiğine bağlıdır.
Nitekim Resûlullah da hitap ettiği toplumun âcil sorunlarını ve ihtiyaçlarını dikkate alıp çözümler içeren bir tebliğ ile risalet hizmetine başlamıştı. O gün için toplumun en âcil çözüm isteyen sorunları, putperestlik vb. bâtıl inançlar ile ekonomik ve sınıfsal adaletsizlikti. Aslında bu ikisi birbirinden kopuk da değildi. Zira mevcut inanç düzeni, hâkim zümrelerin çıkarlarını güvenceye alan üst değerler toplamıydı. O değerlerin yıkılması üst sınıfların statülerini de alt üst edecekti. Kur’an’ın inanmış bir köleyi soylu bir putperestten daha değerli görmesi (2/221) burnu büyük kabile şeflerini dehşete düşünmüştü. İlk inen sûre ve âyetlerin ağırlıklı olarak bu despotik yapıyı ortadan kaldırmayı hedeflemesi tesadüfî değildi. Böylece Hz. Peygamber’in ilk tebliğlerinde en öncelikli toplumsal sorunların gündeme taşınması, onun davetinin neden öylesine dikkat çektiğini, yankı uyandırdığını ve hızlı sonuç verdiğini açıklamaktadır.
Bu başarının altında birçok sebep varsa da, kanımca şu iki sebep tayin edici bir rol oynamıştır:
1. Tebliğ ve davette o çağı yaşayan insan topluluklarının gerçek sorunlarının ve ihtiyaçlarının dikkate alınması ve bu suretle toplum ile gerçek sorunlar temelinde bir iletişimin kurulması;
2. Tebliğde, belirtilen sorunlara, o günün maşerî vicdanını tatmin eden çözümler önerilmesi.
***
Buradan, günümüzde insanlığa nasıl bir İslâm sunulduğuna bakmak gerekmektedir. Bugün Müslüman olmayan dünya için İslâm ne anlama geliyor? İslâm onların zihninde nasıl bir çağrışım yapıyor? Kuşkusuz bugün dünyada İslâm’ı insanlığa doğru tanıtma çabaları yok değildir. Ancak yaşanan hâkim duruma bakan dünya insanlığında nasıl bir İslâm imajı uyandığını sorgulamamız gerekmektedir.
Bugün İslâm’ın sunumu, ancak asırlar öncesi insanlarının gündeminde olan, dolayısıyla çağımız insanının gözünde değer ifade etmediği için ilgisini de çekmeyen bir içeriğe sahiptir. İslâm ve Müslüman toplumlar başlıca dört sorun üzerinden dünyanın ilgisini çekiyor: 1. Şiddet ve terör, 2. Entelektüel ve ekonomik geri kalmışlık, 3. Despotik yönetimler, 4. İnsan hakları ihlalleri. İslâm’ın, tarihinin hiçbir döneminde uğramadığı bu haksız görüntü ve sunum, bilhassa “medeniyetler çatışması” ve “İslamofobi” taraftarlarına da bulunmaz fırsatlar sağlıyor.
Doğal olarak insanlık İslâm’ın özünde ne olduğuna değil, nasıl sunulduğuna baktığına göre, doğru bir tebliğ çalışmasının öncelikle şu soruları cevaplandırması gerekmektedir: İslâm gerçekten sunulduğu gibi midir? Değilse aslında nedir? Onun, bugünkü sorunların çözümüne katkı sağlayacak aslî dinamikleri, zenginlikleri nelerdir?
Ancak, günümüz İslâm toplumlarındaki hâkim zihniyet, bu sorulara cevap verecek bir İslâm yorumuna imkân ve geçit vermemektedir. Bu problemin aşılması ise Müslüman ilim ve fikir adamlarının İslâm’ı kavramada geleneğin kendilerini hapsettiği çemberi kırma cesaretini göstermelerine bağlıdır. Müslüman toplumların kendi Ortaçağlarını aşmalarının kesinlikle bundan başka yolu yoktur.
(“Böyle şeyleri neden görevdeyken yazmıyordun?” diyenlere not: Bu yazıyı 2003’teki bir sempozyum konuşmamdan özetledim. Bakınız: Hz. Peygamber’in Tebliğ Metodu Işığında İslâm’ın Güncel Sunumu, Ankara 2006)