Oysa –mesela- İslam’daki farz-ı kifâye ilkesine göre, bir Müslüman memlekette bazı masumlar hak ihlallerine maruz kalıyor, bu veya başka sebeplerle acı çekiyorlarsa diğer Müslümanların bunu önlemeleri zorunludur. Önleyecek yeterlilikte sivil veya resmî, kişisel veya kurumsal bir güç yoksa toplumun hepsi günahkârdır. İslam ülkelerinin çoğunda az veya çok sayıda insan grupları hak ihlalleri, işsizlik, yoksulluk, siyasi baskı, haksız tutuklama, terör, mezhep çatışmaları gibi sebeplerle acı çekmektedir. Bunları önlemek, çağdaş devletin ve sivil toplumun dinî bakımdan da birincil görevidir. Müslüman fikir ve siyaset insanları, klasik İslam kaynaklarından, kendi kültürel damgasını taşıyan bir insan hakları öğretisi ve belgesi oluşturabilir, yasal düzenlemeler yapabilirlerdi. Aşağıda bu kaynaklara örnek olmak üzere, Gazâlî’nin iki eserinden insan haklarıyla ilgili birkaç cümle sunacağım.
***
“Bir insanın herhangi bir ihtiyacı onu sıkıntıya soktuğunda bu sıkıntının giderilmesi (Müslüman çevre üzerine) farz-ı kifâye olur” (İhyâ, Kahire 1332, I, 214).
“Kul haklarıyla ilgili günahlar cezasız bırakılmayacak günahlardır (IV, 29).
Hırsızlık suçlamasıyla yargılanan birini konuşturmak için dövmek câiz değildir (Mustasfâ, Kahire 1324, I, 297-298).
“Durup dururken bir kimsenin evini, kapısını dinlemek, üstünü aramak, (yasak madde kullanmış mı diye) koklamak, komşularından istihbarat toplamak gibi uygulamalar yapılamaz” (II, 329).
“Birini kötülüğe yöneltmek (dinde) yasaklandığı gibi ona eziyet (işkence) etmek de haramdır, (dinde) yasaklanmıştır. Akıllı insanlar bir yanlışı başka bir yanlışla düzeltmeye kalkmazlar” (II, 330).
“(Suçluya müdahale) ihtiyaç ölçüde tutulmalıdır. Mesela adam suç mahallinden çıkarılırken elinden/kolundan tutup götürmek mümkünken saçından sakalından çekilemez, ayağından tutup sürüklenemez” (II, 331).
[Günümüz ahlak ve hukuk dilinde genellikle “işkence ve kötü muamele” denilen bu tür uygulamalar insan haklarının geliştiği toplumlarda sanığın insan olmasından doğan onuruna ve haklarına karşı saygısızlık ve suç olarak görülmektedir. Bu tür muameleler gerek 1948 tarihinde kabul edilen BM İnsan Hakları bildirgesi ve 1950 tarihinde imzalanan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi uluslararası sözleşmelerde gerekse ülkelerin iç hukuklarında yasaklanmış bulunmaktadır. Gazâlî gibi Müslüman ilim ve fikir adamları yüzlerce yıl önce bu konuları temel insan hakları olarak görmüş ve gayrimeşru saymışlardır. Birçok Müslüman toplumda bugün bile farklı tarzlardaki işkence ve kötü muamelelerin fiilen uygulanmakta olması, İslam kaynaklarının uzağına düştüğümüzün kanıtıdır.]
***
“Yolu daraltıp gelip geçeni rahatsız edecek şekilde yol kenarlarına hayvan bağlamak da engellenmesi gereken bir münkerdir (kamu düzeni bakımından yanlış bir tutumdur); sadece inme-binme ihtiyacını karşılayacak kadar bırakılabilir. Böyledir; çünkü yollar ortak faydalanma alanlarıdır; dolayısıyla hiç kimse oraları -ihtiyacı kadarının dışında- kendi özel menfaati için kullanamaz” (II, 339).
[Yaklaşık bin yıl önce yazılmış olup, Müslümanların Kur’ân-ı Kerîm’den sonra en çok okudukları belirtilen bir eserde bile bu bilgi ve hükümler bu kadar net bir biçimde ifade edilmiştir. Buna rağmen, günümüzde Müslüman toplumların, trafik ve park kurallarının en fazla ihlal edildiği toplumlar arasında yer alması, din eğitimi ve öğretimimizin ne kadar arızalı olduğunu göstermektedir.]
“Adamın biri, Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hasan’a bir talep kâğıdı uzatınca Hz. Hasan, ‘Talebin karşılanacak’ dedi. Kendisine, ‘Ey Peygamber torunu! Önce kâğıtta ne yazıldığına baksaydınız da orada yazılana göre cevap verseydiniz’ denilince Hz. Hasan, ‘Kâğıdı okuyuncaya kadar adamı karşımda tutarak küçük düşürürsem, Allah bunun hesabını bana sorar’ dedi” (III, 246).