İslam dünyasında üretimin önündeki engel ‘hırs’ algısı

Mustafa Çağrıcı

RAMAZAN YAZILARI

Tasavvuf kitaplarında ‘hırs’ terimi ‘zühd’ ve ‘kanaat’in zıddı olarak kullanılmış, bir şeyi ihtirasla istemenin boşuna olduğu savunulmuştur. İbn Miskeveyh ve Râgıb el-Isfahânî gibi bilginler ise zühd kavramını ‘dünya işlerini terk etmek’ şeklinde anlayan sufi eğilimi tenkit ederek bunun ekonomik çöküntüye yol açacağını belirtmişlerdir. Müslüman toplumlarda tasavvuf erbabının zühd ve kanaat erdemlerini tüketimde değil de üretimde görmeleri, İslam dünyasının üretime dayalı gelişmesinin önünde sürekli bir engel oluşturmuştur.

Bir dostum anlatmıştı: Merhum hocamız Prof. Ali Özek, kurduğu üniversitenin işleriyle ilgilenmek üzere sık sık Kazakistan’a giderdi. Bir keresinde arkadaşımla sohbet ederken, “Bildiğin gibi bizim kültürümüzde hırs kötülenmiştir. Ben oralara gidip de insanların ne kadar tembelleştiğini görünce hırsı kötülemekle büyük bir yanlış yaptığımızı anladım” demiş.

Kur’ân-ı Kerîm’de ‘hırs’ kelimesi geçmez. Bir ayette (Tevbe 9/28) Hz. Peygamber’in, ümmetine olan sevgisi ve düşkünlüğü ‘harîs’ kelimesiyle ifade edilmiştir. İki ayette de (Yusuf 12/103; Nahl 16/37) (Yusuf 12/103; Nahl 16/37) Resûl-i Ekrem’in insanların iman etmeleri ve hidayete ermeleri hususundaki şiddetli arzusu için yine aynı kökten kelimeler kullanılmıştır. Bu kullanımlar, ‘hırs’ın iyisinin de olduğunu gösterir. Benzer kullanımlar hadislerde daha çok geçer.

***

Hocamızın dediği gibi eski ulemamızın büyük çoğunlu hırsı kötülemişler. Özellikle tasavvuf kitaplarında ‘hırs’ terimi ‘zühd’ ve ‘kanaat’in zıddı olarak kullanılmış; dinî, ahlâkî, hatta psikolojik zararlarından bahsedilmiştir. Ayrıca, kaderci bir yaklaşımla, bir şeyi ihtirasla istemenin boşuna olduğu, bunun ilâhî takdiri etkilemeyeceği savunulmuştur.

Bu tutum diğer bazı âlimlerde de görülür. 5/11. yüzyılın meşhur Endülüslü zâhirî âlimi İbn Hazm, çok beğendiğim, Ahlâk ve Davranış Tarzları… başlığıyla dilimize çevirdiğim (T. Diyanet Vakfı) eserinde ‘hırs’ı özetle ‘nefiste yerleşmiş olan tamahkârlığın dışa yansıması’ diye tanımlar ve bundan ‘onursuzluk (züll), hırsızlık, gasp, zina, öldürme, tutku, fakirlik korkusu’ gibi erdemsizliklerin doğduğunu söyler (s. 173). Fahreddin er-Râzî, ‘mal tutkusu’ (hubbü’l-mâl) zaafının, hırs ve cimriliğin birleşmesinden meydana geldiğini belirtir (en-Nefs ve’r-rûh, s. 113 vd.). Mısırlı dilci ve fıkıhçı Feyyûmî de el-Misbâhu’l-münîr adlı terimler sözlüğünde (‘Hırs’ mad.) bu kavramı ‘mezmum (yerilmiş, kötülenmiş) istek’ diye açıklar.

Bilhassa tasavvuf kitaplarından olumsuz örnekler çoğaltılabilir. Sadece Gazâlî’den bir cümleyi özetleyelim: “Kanaati şeref, hırsı zillet bilmek gerekir” (İhyâ [çev. M. Çağrıcı], III, 242).

***

Fakat TDV İslam Ansiklopedisi’nin ‘hırs’ maddesinin yazım hazırlıklarını yaparken gördüm ki, rahmetli Ali Özek hocamız gibi, ‘hırs’ hakkında olumlu düşünen ve yazan âlimler de olmuştur. Meselâ İbn Hibbân el-Büstî (ö. 354/965) Ravzatü’l-ukalâ ve nüzhetü’l-fudalâ adlı değerli ahlak kitabında hırsı değil, hırsına esir olmayı yerer; “Zenginlerin en zengini hırsına esir olmayandır” der. Onun, elde edilmesi mümkün olan şeyler için çalışmayı ‘övgüye değer hırs’ diye nitelemesi çok ilginçtir. “İnsanlar hırstan yoksun olarak yaratılmış olsaydı dünyanın düzeni bozulur, harap olurdu” der.

İmam Mâverdî, İbn Hibbân’ın bu son tespitini, hırs yerine ‘fesîh emel’ (geniş gelecek tasavvuru) deyimini kullanarak tekrar etmiştir. Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn isimli eserinde hırs konusuna bir gelişme dinamiği olarak bakan Mâverdî’ye göre, bu dinamik olmasaydı sonraki nesillere giderek harabeye dönmüş bir dünya (ülke) bırakılırdı. Allah, insanoğlunu geleceği düşünüp tedbirli olma yeteneğiyle donatmıştır ki, dünyayı mamur hale getirsin. Şu halde her bir kuşak, bir önceki kuşağın bıraktığından yararlanırken, kendisinden sonraki kuşağa da daha gelişmiş, uygarlaşmış bir dünya/ülke bırakmalıdır.

İkisi de bin yıl önce yaşamış olan ahlakçı filozof İbn Miskeveyh ve çok yönü âlim Râgıb el-Isfahânî gibi başka bilginler de zühd kavramını ‘dünya işlerini terk etmek’ şeklinde anlayan sufi eğilimi tenkit ederek böyle bir anlayışın ekonomik çöküntüye yol açacağını belirtmişlerdir.

Bununla birlikte hiçbir Müslüman bilgin ve düşünür başkalarının malına, canına, mevki ve prestijine, namus ve şerefine zarar verici sonuçlar doğuran hırsı onaylamamıştır.

Bu dengeli düşünceye rağmen, Müslüman toplumlarda geniş bir tabana hükmeden tasavvuf erbabının zühd ve kanaat erdemlerini tüketimde değil de üretimde görmeleri ve kitlelere bunu telkin etmeleri, İslam dünyasının üretime dayalı gelişmesinin önünde sürekli bir engel oluşturmuştur. Daha 5./11. yüzyılın başlarında Râgıb el-Isfahânî’nin üretmeden tüketen sufiler yüzünden çarşı pazarda mal darlığı çekildiğinden, fiyatların yükseldiğinden yakındığını 9 Nisan’daki yazımda aktarmıştım.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (25)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.