Düşünürlerin söylediklerine ve kendi tecrübelerimize göre insanoğlunun en öncelikli ihtiyacı ve arayışı güvende olmaktır. Çünkü en çok korktuğumuz şey, kendimizin veya sevdiklerimizin başına bir kötülük gelmesidir, yani güvensizliktir. Bu, doğal ve insani bir durum. Böyle durumlardan hangimiz korkmayız? Endülüslü ünlü âlim İbn Hazm bin yıl önce, “İstisnasız bütün insanların güzel bulup peşinden koştuğu en büyük hedef ‘kaygı ve korkudan kurtulma’dır” demişti. Hepimiz öyle değil miyiz? Hayatımız, ailemiz, işimiz aşımız, malımız mülkümüz, hürriyetimiz, namus ve şerefimiz vb. hakkında güvensizlik hissettiğimizde her şeyin anlamsızlaştığını mutlaka az çok fark etmişizdir. Atalarımız bunu ne güzel anlatmışlar: “Azıcık aşım, ağrımaz başım.” 17. yüzyılın İngiliz filozofu Thomas Hobbes, “İnsan insanın kurdudur” demiş. Ondan 600 yıl önce İbn Hazm de “İnanın insandan çektiği acıları, insan yırtıcı hayvanlardan, zehirli yılanlardan çekmemiştir…” demişti. Onun için ahlak kitaplarımızda geçen bir özdeyiş vardır: “Adalet en güçlü ordu, güvenlik en mutla hayattır” denir.
Hepimiz hayatımız, ailemiz, maddi ve manevi değerlerimiz, ülkemiz, toplumsal barışımız, milli servetimiz ve kaynaklarımız güvende olsun isteriz. Bunları korumak için hem bireyler hem devlet olarak güvenlik önlemleri alırız. Çünkü –bazılarının dünyanın ilk sosyologu saydığı Saint-Simon’dan 700 yıl önce- Mâverdî’nin ünlü ahlak kitabında dediği gibi “Bireyler güvende olmazsa, bu güvensizlik toplumu da tehdit eder; toplum güvende olmazsa bu da bireylerin huzurunu bozar.” Aynı düşünür, toplumsal gelir yükseldikçe ve paylaşımda adalet sağlandıkça suç işleme oranının da düşeceğini, dolayısıyla güvenlik oranının yükseleceğini söyler. Siyaset kurumu da bunun için var.
***
Modern dünyada insan haklarındaki gelişmelere paralel olarak kültürümüzde “mesâlih”, “makasıd” denilen meşru insanî ihtiyaçlar ve amaçlar da çoğalmış, bunları tehdit eden tehlikelere karşı güvenlik önlemleri ihtiyacı artmış bulunuyor. Her çağda güvenlik kaygısı vardır ve bunun için tedbirler alınmıştır. Ama günümüzde araçları arttığı için tehditler de hem sayı hem hacim olarak artmıştır. “Stockholm Uluslararası Barış Araştırma Enstitüsü” (SIRPI) adlı kurumun verilerine göre 2020 yılında büyük devletlerin güvenlik harcamalarına bakarsak bunu net olarak görürüz: ABD 778 milyar dolar, Çin 252 milyar, Hindistan 72.9 milyar, Rusya 61.7 milyar, İngiltere 59.2 milyar dolar. (16. altıncı sıradaki Türkiye 17.7 milyar dolar.)
Dünyadaki 206 ülkenin yıllık askeri harcamaları 2 trilyon dolara yakın. Bunun üçte birinden epeyce fazlasını ABD harcıyor. İmkânsız ama farz edelim ki ülkeler birkaç yıllığına savaşmamak için anlaşsalar da bu kadar para o birkaç yılda şu günlerde halkını aşılamak için bile para bulamayan ülkelerin gelişmesi ve kalkınması için harcansa, belki de bu ülkeler “geri kalmışlık” literatürden çıkar.
***
Tabii ki insanoğlu imkân buldukça önce güvenliğini garantiye almak istiyor. Fakat çağımızda devletlerin aldığı her önlem, aynı zamanda yeni güvenlik tehditleri oluşturmakta; mesela güvenlik gerekçesiyle özgürlükler kısıtlanmakta, keyfi uygulamalar çoğalmakta, silah fabrikaları çalışmakta, böyle olunca korku da artmaktadır. Despotik yönetimlerde bu tür güvenlik tedbirleri daha çok kendi halklarına karşı alınmakta; diğer ülkelerde ise ya dış tehditlere karşı kullanılmakta ya da “güvenlik” adı altında emperyalist hedefler gözetilmektedir.
Günümüzde dünya en zengin çağını yaşıyor; ama güvenlik yönünden de en riskli çağdayız. Büyük siyaset uzmanları, düşünürler, edebiyatçılar, sanatçılar dünyanın ilk defa nükleer, kimyasal ve/veya biyolojik silahlarla kısa sürede yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu söylüyorlar.
Şu günlerde ülkemizde olup bittiği söylenenlere bakar mısınız? İlgilenenlerin takip etmekten başı dönüyor. İnsanlar kin ve düşmanlıklara karşı güvende olmak isterler. Ülkede bunu sağlamak üzere siyaset meydanına atılanların çoğu, bizzat kendileri “halkı kin ve düşmanlığa teşvik” ediyorlar. “Organize suç örgütü lideri” olduğu söylenen bir adam birkaç gün içinde ülkeyi sallıyor. Ülkemiz bu sallantılara dayanıklı ama biz bu kadar çürüdük mü?