Karar Gazetesi ilk kez bundan 7 yıl 7 ay önce 7 Martta okuyucuyla buluşmuştu. Benim ilk yazım da bir gün sonra “Hayırlı bir ‘KARAR’ için” başlığıyla size “Merhaba” demişti. Yazıya şöyle girmiştim:
“Yusuf Ziya Cömert Bey’den “KARAR” adını duyunca aklıma Âl-i İmrân/159. ayet geldi. Bu ayet kamu işleriyle ilgili bir ‘karar’ın hayırlı ve başarılı olması için gerekli ahlâkî şartları bildirir:
- İnsanlara şefkatle yaklaşmak
- Kopuş nedenleri olan sertlik ve kırıcılık yerine yumuşak ve nazik davranmak
- Hoş görüp affedebilmek
- İlgililerle istişare etmek
- Nihayetinde ‘karar’ verip Allah’a sığınarak gerekeni yapmak.
KARAR’ı çıkaranların bunlara ve mesleğin gerektirdiği diğer ahlak ilkelerine hep bağlı kalacaklarına inanıyorum. Yolları açık olsun.”
Çok şükür, o ilk ekip, zamanla yanlarına “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” yeni yazarları da alarak eğilip bükülmeden yollarına devam ettiler ve ediyorlar. Bu ekibin dürüstlüğü şundan da belli ki, hemen hemen hiçbir uyarıları karar ve uygulama mercileri tarafından dikkate alınmamış, hatta garez sebebi olmuş; ama –ne yazık ki- bütün uyardıkları kötülükler ülkenin ve toplumun başına gelmiştir.
***
Benim bugünkü yazımda asıl değinmek istediğim iki konudan biri, gazetenin taşıyıcıları konumundaki ekibin, Karar’ın yazı ailesine çok sayıda kadın yazar katmalarıdır. Yazılarımı takip edenler bu meseleyi ziyadesiyle önemsediğimi bilirler. Çoğumuz belki farkında değiliz ama –son yazımda da değindiğim gibi- Müslüman dünya kadını önemsizleştirmenin hem sosyolojik ve ahlâkî hem de ekonomik bedellerini çok ağır ödedi ve ödüyor. Maalesef Müslüman dünya, insan birikiminin yarısını oluşturan kadın potansiyelini asırlar boyunca ihmal etmiştir, birçokları hâlâ da ihmal etmektedir. Bu bakımdan Karar ailesine yeni kadın yazarların katılmasının, “kadının öncelikle insan olduğunu görme ve saygın kabul etme” anlamına gelen sembolik bir değeri de vardır.
Bu vesileyle Karar’ın yazı ailesine yeni katılan Sacide Elmas’a “hoş geldin” diyorum. İlk yazısını bir yudumda okudum. Bu yazı, sade üslupla yazılmış ama içi dolu yazılar okuyacağız gibi bir intiba verdi bana. Böyle “yükte hafif pahada ağır” yazıları okumayı seviyorum.
***
Değineceğim ikinci konu selamlaşma “meselemiz”dir. (Her konuyu mesele yapmakta üstümüze yok. Mazoşist miyiz ne!) Evet, Sacide Elmas’ın dediği gibi “Yeni başlangıçlar güzeldir.” Hele –onun yaptığı gibi- “merhaba” ile başlamak daha da güzeldir. “Selamün aleyküm” de güzeldir, anlamlıdır. Bana sorarsanız onu da yaşatmalıyız. İkisi de bize Kur’an ve Peygamber armağanıdır. Esasen içtenlikle yapılan her selamlama ve dostluk kelamı güzeldir. Önemli olan sözün kalıbı değil, içindeki mesaj ve samimiyettir. Kalıbı ayrışma nedeni yapmak hoyratlıktır. Son elli yılda “Selamün aleyküm”ün içindeki samimiyete biraz ideoloji ve ayrışmacılık katıldı sanki… Dindar olarak bilinen camianın “İslamcı” kesiminden bazıları, üzerine basa basa söylüyorlar “Selamün aleyküm” cümlesini, birilerine inat gibi… O “birileri” de bu cümleyi kullanmaktan inadına kaçınıyor.
Ama “merhaba” sözü öyle değil… Yanılıyor muyum yoksa?.. Düşündüm de, laik kesimden bazıları, “İslamcı” kesimden olmadığını belli etmek için, klasik selam yerine “merhaba”yı daha çok tutuyorlar sanki. Aslında kültümüzde ikisi de, yani “Selamün aleyküm” de “merhaba” da ilk karşılaşma veya tanışma sırasında bir arada kullanılırdı. Halen de yavan “ideoloji” illetine bulaşmamış halkımızın tamamı bu güzel barış dili geleneğimizi sürdürmektedir.
TDV İslam Ansiklopedisi’ne “Merhaba” maddesini ben yazmıştım. O münasebetle kavramı biraz inceleme fırsatım oldu. Oradan bir cümleyle bitireyim yazımı:
“…Merhaba deyimi hadislerde de sıklıkla geçmektedir. Hz. Peygamber’in, kızı Fâtıma’yı, amcası Ebû Tâlib’in kızı Ümmühânî’yi, Müslüman olmak için huzuruna gelen Ebû Cehil’in oğlu İkrime’yi, diğer sahâbîleri, çeşitli ziyaretçilerini, yabancı heyetleri “merhaba” diyerek karşıladığına dair çok sayıda hadis bulunmaktadır.”