Haccın özü nedir?

Mustafa Çağrıcı

Hacı adayları önümüzdeki Cuma günü Arafat’ta “vakfe”ye durmak için yola çıkacak, Cumartesi öğle namazından sonra Vakfe’ye duracak, ardından Mekke’ye dönecekler. Hacca gidenler bilirler; haccın her anında tatlı bir telaş ve heyecan vardır. Ama –şahsen hissettiğim ve başkalarından gözlemlediğim kadarıyla- haccın en telaşlı ve en heyecanlı safhası Arafat’a gidiş ve Arafat’tan dönüşte yaşanır.

Günümüzde hacca gitmek eskisine göre fiziki olarak hayli kolaylaştı. Ama zamane insanının kolaya alıştığı, zora gelemediği de bir gerçek. Bu gerçeği dikkate alırsak haccın bazılarına zor gelmeye devam ettiğini söyleyebiliriz. Bu konuda hâlâ üzüntüsünü hissettiğim gözlemlerim, anılarım var.

İbadetin yüceliğini bilenler için asıl mesele bedensel değil, ruhani ve ahlâkîdir. Daha yola çıkmadan yapılacak işler var. Gazâlî’nin İhyâ’daki açıklamalarına göre haccın en başı, bu ibadeti iyice anlayıp kavramaktır (fehm). Sonra hacca karşı derinden arzu hissetmek (şevk), sonra hacca gitmeye karar vermek (azm), sonra bedensel ve maddi bağlardan kurtulmak (kat‘-ı alâik) gibi diğer hazırlıklar gelir. Tövbe etmek, kul haklarını ödemek, geride kalan aile üyelerinin nafakasını hazırlamak gerekiyor.

Hac parasının mutlaka helal kazançtan olmasına dikkat edilmeli; mümkünse parasal hazırlığımız, lüzumu halinde ihtiyacı olanları da kollayacak yeterlilikte olmalıdır. Akrabalar, komşular ve dostlarla vedalaşmak, helalleşmek ihmal edilmemelidir. Daima dilde dua, gönülde Allah olmalıdır. Nefsânî tutkulardan ve zevklerden, gerektiğinde alelade ihtiyaçlardan feragat etmeyi göze alamayanlar Allah’a ulaşamazlar. İşte haccı anlayıp kavramanın özü bunları bilmek ve yapmaktır.

***

Hac asla sıradan bir yolculuk, turistik bir seyahat gibi düşünülmemelidir. O bir ibadettir; manevi bir arınma ve yükseliştir. Haccın hedefi, hacı adayının derin bir ruhaniyet ve maneviyat sürecine girdiği hac yolculuğunun sonunda Beytullah’ta gerçekleşecek olan “liāullâh” (Allah ile ruhsal buluşma)’dır.

Böylesine ulvî bir hedefe doğru yürürken cismanî ve maddî rahatın, bedenî zevklerin ne önemi kalır!

Haccın tamamlanmasından sonra şayet Kâbe’de Kâbe’nin Rabbiyle, Beytullah’ta Beyt’in Sahibiyle olmanın verdiği derin mutluluk sönmeye, onun yerini basit zevkler almaya başlamışsa, Mekke’yi terk etmek kalmaktan evladır. Hz. Ömer’in, hac heyecanını kaybedip laubalileşmeye başlayanları Mekke’den uzaklaştırdığı; ibadet ciddiyetini ve heybetini kaybedecek kadar fazla sayıda tavaf yapılmasına da engel olduğu rivayet edilir.

İmam Mâverdî, hacca giden pek çok insanın, günahlarına tövbe edip kötülüklerini terk etmek suretiyle dinî ve ahlâkî hayatında bir dönüşüm geçirdiğini anlattıktan sonra Hz. Peygamber’den şöyle bir hadis aktarır: “Haccın kabul edilmiş olduğunun alameti, hac yapmış kişinin hacdan sonraki hayatının önceki hayatından daha hayırlı olmasıdır.

Bazıları belki ömründe bir defa bile köyünden kasabasından çıkmamış milyonlarca Müslümanın, dünyanın dört bir yanından gelmiş başka insanları görmesi, tanıması, onlarla omuz omuza namaz kılması, tavaf ve sa‘y yapması bile ne büyük bir olay, ne muhteşem bir güzelliktir!

Bu güzelliğin yanına, bir de bilim ve kültürde gelişmiş; ekonomik ve siyasal bağımsızlığını genişletmiş olan bir İslâm âleminden milyonlarca insanın her sene bir araya geldiği, dünyanın en geniş katılımlı uluslar arası zirvesini gerçekleştirdiği bir hac olayını düşününüz. Peygamberimiz bunun ilk adımını atmış; yaptığı konuşmalar (Veda Hutbeleri) ile çağına göre çok yüksek insan hakları ilkeleri ortaya koymuştu.

***

Bu haftaki yazımı da çok önemsediğim bir hac hatıramla bitireyim.

Bizzat şahit olduğum bir olaydaki şu iki kişiden hangisinin haccı daha makbuldür dersiniz:

İkisi de 50’li yaşlarda. İkisi de milletvekili… Bu kişilerden biri, Müzdelife’den Mina’ya (5-6 km) kadar yürütüldüğü için içi öfke dolu. İlgili kuruma –bana da dokundurarak- ateş püskürüyor.

Diğeri ise olaya bambaşka bir dünyadan bakıyor: “Kızdığın şeye bak!” diyor; “Ben de yürüdüm o yolu. Ama üzülmedim; tam tersine mutlu oldum. Ömrümüz arabaya binmekle geçiyor. Ne mutlu bana ki, Peygamber Efendimizin yürüdüğü yollarda ben de yürüdüm, onun ayağının değdiği yerlere basmak bana da nasip oldu! Bu yüzden sevinçten uçarak yürüdüm o yolu!..

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (49)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.