Sanırım Pascal’ın sözü: “Bir insanı melek yapmak isteyen, onu şeytan yapar” dermiş. Yanlış yazmak, yanlış konuşmak, yanlış iş yapmak insan olmanın kaçınılmaz riskleridir. Bu riski göze almayan kişiler ve toplumlar, dönüştürücü-geliştirici fikir ve iş üretemiyor.
Beşer elinden çıkan hiçbir kitap, her kelimesinin doğru olması beklenerek okunmaz. Bir kitabı, her kelimesini doğru sayarak okumak da, bazı yanlışlarına bakarak kaldırıp atmak da aslında okuyanın o kitabı anlamadığını gösterir. Geçmişin nice doğruları bugün çöpe atıldı. Geçmişte yanlış sanılan birçok düşünce ve bilgiler de bugün dünyamızı aydınlatıyor. Siyasete sırtını dayayan ulemanın tek tipleştirme gayretleri yüzünden, İslâm’ın erken dönemlerinde Mûtezile âlimlerinin yazdığı sayısız eser, fazla akılcı ve özgürlükçü bulunduğu için yok olup gitti. Keşke onlar sonraki nesillere ulaşsaydı, belki de İslâm dünyası bu hallere düşmezdi.
***
Her kitap, yazıldığı çağın şartları akılda tutularak okunmalıdır. Bu yazımda vereceğim örnek Gazâlî’nin (ö. 1111) İhyâu ulûmi’d-dîn’idir. Bugünden baktığımızda kabul edemeyeceğiz birçok bilgi ve fikir içermesine rağmen, yine de İhyâ abidevi bir eserdir. İnsanlığın bu kadar dünyevileştiği, bu kadar maddeperest ve haz düşkünü olduğu çağımızda İhyâ gibi eserleri anlamaya ihtiyaç var. Ben yılladır hep şunu derim: İhyâ İslâm dünyasında Kur’an’dan sonra en çok okunan, fakat en az anlaşılan kitaptır. İhyâ Endülüs’te yakıldı; Yemen’de zikir ve evrad olarak okundu. Belli ki biri eserin doğrularını, diğeri yanlışlarını göremediler.
Bugün Müslümanlar, görülmediği ölçüde bir dindarlık sorunu ve din anlayışında çelişkiler yaşıyor. Yüz binlerce cihatçı, hem milyonlarca dindaşını öldürüyor hem de iki eli kızıl kanda olsa namazlarını aksatmıyor. Darbeci FETÖ subayının masum vatandaşlarını öldürürken sünnete uygun olsun diye suyu çömelerek üç yudumda içmesi, bireysel bir çelişki olmanın ötesinde kitlesel bir dindarlık sapmasıdır. Cemaatlerde artık üstü örtülemeyen gruplaşmalar ve liderlik çekişmeleri, dindarlığın nerelere savrulduğunun başka bir örneğidir.
Siyaset, riyaset ve menfaat kavgaları dünyanın her yerinde yapılmış ve yapılıyor. Bizdeki sorun, dinin bu kavgalarda araç yapılıp yıpratılmasıdır.
***
Böyle bir ortamda, doğru dindarlığın ne olup ne olmadığını anlamamıza katkı sağlayacağı ümidiyle İhyâ’dan aldığım aşağıdaki pasajları sizlerle paylaşmak isterim.
“Doğru dindarlık niyete bağlıdır. Dürüst Müslüman niyetini temiz tutar ve iyiliği ister... Bir Müslüman, (namaza kalktığında) diliyle “Yüzümü gökleri ve yeri yaratan Allah’a çevirdim” (En‘âm, 79) derken, kalbi Allah’tan uzakta olup dünya çıkarları ve tutkularıyla meşgul ise, yüzünü Allah’a çevirdiğini söylemesi bir yalandır. Bir kimse, (namazda) “iyyâke na‘büdü” (Allahım! Yalnız sana kulluk ederim) derken, kulluğun özünden kopup, Allah’tan başka şeyleri kendine amaç olarak seçmiş; nefsinin, dünyanın ve tutkularının kölesi olmuşsa Allah’a kul olduğunu söylemesinin gerçekle ilgisi yoktur. Hakiki kul, Allah’tan başka her şeyin tutsaklığından kurtulan, böylece tam özgürlüğe erişen kimsedir.”
“Din araç yapılarak dünya kazanılmaz; aksine dünya araç yapılarak din kazanılır.”
“(İlim adamı olarak) devlet büyükleri ve haksız iş yapan memurlarla ilgili üç farklı tutum takınabilirsin.
İlki ve en kötüsü: Onların kapısında dolaşırsın.
İkincisi ve daha az zararlı olanı: Onlar senin ayağına gelirler.
Üçüncüsü ve en iyisi: Onlardan uzak durursun; sen onları görmezsin, onlar da seni görmez.”
Hep aklıma takılırdı: Neden çoğumuz itibar gördükçe daha çok yanlış yapmaya başlıyoruz?
Eski zatlardan birinin İhyâ’da geçen şu sözünü okuyunca meseleyi çözdüm:
“Kibir arttıkça akıl eksilir.”