Ahlâkın birinci şartı doğruluktur, güvenilir olmaktır. Dinimizde doğruluk (sıdk) ve güvenilirlik (emanet), peygamberlerin beş temel özelliği arasında gösterilir. Kur’an ‘münafıklıklar’ı ‘kâfirler’den daha kötü sayar. Çünkü münafık asıl inancını, niyetini sakladığı için açık düşmandan daha tehlikelidir. Dinî-siyasi terminolojide bu saklama/saklanmanın adı ‘takiyye’dir.
Her toplumun tarihi gibi bizim tarihimizde de dine, devlete, millete zarar veren oluşumlar çıkmıştır. Bugün el-Kaide, DAİŞ, PKK ve benzerlerinden en çok İslâm ve Müslümanlar zarar görüyor. Ama hiç olmazsa bunlar münafık-takiyyeciler gibi değil; kim olduklarını, ne yapmak istediklerini biliyoruz.
***
İslâm dünyası münafık-takiyyeci şebekeyi ilk defa Hz. Peygamber’in Medine döneminde tanıdı. Abdullah İbn Selûl liderliğindeki bu hainler, kaç defa putperestler ve Yahudilerle gizli ittifaklar kurarak İslâm toplumunun başına belalar açmıştı.
Müslümanlar ikinci büyük münafık-takiyyeci ihanetini Abbasi-Selçuklu döneminde Şiî-Bâtınî militanı Hasan Sabbah liderliğindeki Haşhâşîler’den gördüler. Bunların İslâm’a ve Müslümanlara verdiği zararların haddi hesabı yoktur. Onların yüzünden Abbasi devleti bir daha belini doğrultamadı.
Daha şimdiden anlaşıldı ki, Türkiye’nin hatta -hedefleri ve örgütlenmesi gösteriyor ki- dünyanın karşılaştığı en büyük fitnelerden biri de FETÖ fitnesidir. Zira eski münafık-takiyyeci örgütler zamanın şartları icabı yerel yapılardı; zararları da sınırlıydı. FETÖ ise okulları, diğer gizli-açık yapıları ve ilişkileriyle dünyayı sarmıştır, küresel tehlikedir. Çünkü örgütün 160 ülkedeki okullarında eğitip etkili kadrolara yerleştirdiği bağlıları için Fetullah mesih-mehdidir. Misyonu da “dünyayı kurtarmak”tır. Yani hareketin temelinde sapkın bir dinî inanç var. Esas sorun bu. (Bizim Diyanet ve ilâhiyat camiasının bu husustaki duyarsızlığı ne kadar eleştirilse yeridir.)
***
Şu darbe vahşetleri hepimize gösterdi ki, FETÖ’nün ahlâkının, İslâm ve Peygamber ahlâkıyla zerrece alakası yoktur. Peygamberimiz, “Münafığın başlıca üç alameti var: Konuşunca yalan söyler; söz verince sözünden döner ve kendisine emanet bırakıldığında emanete hıyanet eder” buyurmuşlardı. FETÖ’de bu üç alametin de bulunduğunu ayan beyan gördük. 1- Dünyalarını takiyye, yalan ve aldatma üzerine kurmuşlar.
2- Devlet ve millete verdikleri bütün sözleri, bütün ahitleri bozdular. 3- Kendilerine emanet edilen milletin çocuklarına ve onların ailelerine, sivil ve askeri kurumlara, bunların amirlerine, komutanlarına, milletin maddi ve manevi değerlerine, “hizmet” sloganlarına inanarak kendilerine yardım eden sermaye, siyaset, eğitim vs. kurumlarına, velhasıl millete ve devlete ihanet ettiler.
Bu “hoca” “vaaz” verirken kendisinin ve bağlılarının nasıl cûşu hurûşa gelerek ağlama seansları uyguladıklarını videolardan çokları görmüştür. 15 Temmuz ve sonrasında yaşananlar üzerine şu soru sık soruluyor: Bir “cemaat”, nasıl hem bu kadar “dindar” hem de bu kadar sahtekâr, hain ve acımasız olabilir?
Çünkü onların beyinleri “Hoca efendi”lerine kodlanmıştır; kendileri karar verme otonomluğundan mahrumdurlar. Onlar için dinin ve ahlâkın yegâne kaynağı oradan gelecek sinyaldir. Bütün dinî kaynaklar çoktan buna göre tevil edilmiştir. Şu günlerde kanımızı donduran bazı açıklamalar, itiraflar bile bu takiyyecilik ahlâkının –ya da ahlâksızlığının- nasıl yıllarca süren şeytani taktik ve telkinlerle gencecik ruhlara işlendiğini anlamaya yetiyor.
Darbe sırasında maske çıkınca arkasında nasıl bir hain, katil kişilik bulunduğunu gördük ve midemiz bulandı. Bu ahlâk Müslüman ahlâkı değildi. Bu ahlâk, ABD’de bunları besleyen Evangelist Neoconlar’ın Ebu Gureyb hapishanesinde, Guatonomo toplama kampında, işkence uçaklarında… sergiledikleri vahşet ahlâkının adeta kopyasıydı.