Şu temel gerçeği hatırlamamız gerektiğini düşünüyorum:
“İslam’da ruhbanlık yoktur” (hadis). İslâmiyet sadece insanların dinî kurtuluşuyla ilgilenmez; din ile dünyayı birbirinden ayırmaz. “Dünya ahiretin tarlasıdır” der. Nitekim kaynaklarımızda “din” kelimesi çoğunlukla “insanlara dünya ve ahiret mutluluğunu kazandırmayı amaçlayan ilâhî yasalar bütünü” şeklinde tanımlanır. Bizzat peygamberimiz ve Ashâb-ı Kiram ile diğer din büyükleri ve önderlerinin din anlayışı ve uygulamalarında da bunu görmekteyiz. Tek fark, doğal olarak, zamanların değişmesiyle ihtiyaçlar da değişeceğinden, bu ihtiyaçlara göre –ilâhî yasaların özünden kopmadan- formel olarak yeni çözümlerin geliştirilmesidir.
Bu açıdan bakarsak, günümüzde “temel insanlık sorunları” olarak bilinen bütün sorunlar dinimizi de ilgilendirmektedir. Aşağıda bunlardan birkaç örnek sunacağım:
- Her seviyede insan hakları ihlalleri, haksız savaşlar, şiddet ve terör, hayvanlara eziyet, çevre sorunları gibi güncel problemler bütün dünyayı meşgul ederken Müslüman dindarların bu konularda bilgisiz ve ilgisiz kalmaları onları kaçınılmaz olarak dünyanın dışına atmakta, hatta sevimsiz hale getirmektedir. Oysa bu konular bizzat Peygamberimizin ve Kur’an’ın da temel ilgi alanlarıdır.
- Son yıllarda ülkemizdeki gelişmeler göstermiştir ki, on beş – yirmi yıl öncesine kadar haksızlığa uğramış, ağır baskı ve zulümler yaşamış olan dindarlarımız, o gün yükselttikleri haklı sesi bugün ‘ötekiler’ saydıkları lehine yükseltmiyorlar. Bu âdil değildir. Yüce Allah “Sakın bir kesime karşı duyduğunuz kızgınlık sizi adaletten saptırmasın” (Mâide 5/2); aziz Peygamberimiz de “Bütün insanlık bir ailedir ve onların Allah katında en değerlisi de ailesine faydalı olandır” buyurmuştur. Başka bir ayetin anlamı şöyledir: “Allah, din konusunda sizinle savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik etmenizi ve onlara karşı âdil olmanızı yasaklamaz. Allah adaletli olanları elbette sever” (Mümtehine 60/8). Tefsircilerin üstadı olarak bilinen Taberî, bin yüz sene önce bu ayeti şöyle açıklıyordu: “Yani Allah, din konusunda sizinle savaşmayan çeşitli milletlerden ve dinlerden bütün insan sınıflarına iyilik etmenizi ve karşı âdil olmanızı yasaklamaz.”
- Zamanımızda dindarların ve dinî oluşumların ilgilendikleri konular, büyük ölçüde, eski din büyüklerimizin en çok uzak durulmasını öğütledikleri siyaset ve maddiyata kaydı; maşeri vicdanda böyle bir kanaat oluştu. Siyaset ve maddiyat hırsları, dindar bireyleri ve toplulukları insanî ve ahlâkî sorunları umursamayacak hale getirmişse burada çok ciddi bir din ve insanlık sorunu var demektir.
- Kabul etmeliyiz ki günümüz Müslüman toplumlarının kadın anlayışı da önemli kamburlarımızdan biridir; kadın cinayetleri bunun sokağa yansımasıdır. Kadın konusunda dinimizin temel kaynaklarını doğru kavramalı, bu konuda geçmişimizi doğru değerlendirmeliyiz. Bu hususta günümüzün Müslüman toplumları arkaik kalmakta, elinde çağdaş insanlığa sunacağı hiçbir değer bulunmamaktadır.
- Bir din adamının en temel görevi, gayet doğal olarak, Kur’an’ın ve Peygamber’in istediği kıvamda dindar bireyler yetiştirilmesi yönünde toplumu aydınlatmaktır. Bu ümmetin Peygamberi, “İnsanlara zarar veren şeyleri yoldan kaldırmak imandandır” derken, -mesela- trafikte yollar can pazarı haline geliyorsa, başka ilgili kişiler ve kurumlar gibi din adamları da kendilerini sorgulamalıdır.
- Yine Peygamber efendimiz, “Ektiğiniz ekinden, diktiğiniz ağaçtan canlıların yararlanmasında sizin için sadaka sevabı vardır” derken; keza medeniyetimizde camiler yapılırken kuşların su ihtiyacı bile dikkate alındığı halde, bugün ülkemizde binlerce dönümlük ormanlar, içindeki milyonlarca canlıyla birlikte ateşe veriliyorsa bu toplum, mensubu olduğu medeniyetteki Peygamberî dindarlık anlayışından uzaklaşmış demektir.
- Kutsal Kur’an’da evrenin düzeni, estetik uyumu Yaratıcı’nın varlığına delil gösterilirken (Mülk 67/3-4) toplumda çirkin, düzensiz ve çürük yapılaşmalarla şehirler ucube haline getiriliyor, evler içindekilere mezar oluyorsa bu toplumun dindarlığı Kur’an’ın istediği dindarlıktan uzakta demektir.
- Nihayet, o kutsal Kur’an, “Allah’ı rab tanıyıp sonra da istikamet sahibi olma”yı, dürüst bir hayat yaşamayı (Fussılet 41/30) gerçek dindarlığın şartları olarak görürken, bu toplumun önde gelenleri, her Allah’ın günü rakiplerinin kötülüklerini ortalığa dökmekle kendilerini akladıklarını sanıyorlarsa o önde gelenler kendi zekâ seviyelerini, o toplum da kendi dindarlığını sorgulamalıdır.