Muteber kaynaklarda geçen bir hadiste anlatıldığına göre, Peygamberimizin huzurunda birinden bahsedilmiş, adam hakkında iyi şeyler söylenmişti. Dediler ki: “Ya Resûlallah! Bizimle birlikte bir zat hac yolculuğuna çıkmıştı. Bir konaklama yerine indiğimizde adam tekrar yola koyulana kadar namaz kılıyor, yolculuğumuz sırasında da konaklayıncaya kadar durmadan Allah’ı zikrediyordu.” Hz. Peygamber, “Peki, adamın hayvanını kim besliyor, yemeğini kim yapıyordu?” dedi. “Biz hepimiz Ya Resûlallah!” dedik. Bunun üzerine şöyle buyurdular: “Siz hepiniz ondan daha hayırlısınız.”
***
İslam’ın özündeki bu yüksek insaniyeti ve ahlakı, ilk sufîlerden Horasanlı Fudayl b. İyaz (ö.m. 803) da şöyle belirtmişti: “Eski peygamberlerden biri, ‘Rabbim! Senin beni sevdiğini nasıl anlayabilirim?’ deyince, ‘Fakirlerin senden memnun olup olmadıklarına bakarsan anlarsın’ buyrulmuş.”
***
Hz. Peygamber’e ilk gelen surelerin iki temel konusundan birinin putperestlik, diğerinin yoksulluk sorunu olduğunu dikkate alırsak, bu son anekdotun, Kur’ân-ı Kerîm’in içerdiği ahlâkî özün ve insanî önceliğin veciz bir ifadesi olduğunu anlarız.
Ama yere yurda sığdıramadığımız birçok klasik ulemamız, yukarıdakiler gibi sayısız örnekte yer alan insanî mesajlara “istibra ve istinca” (tuvalette altını temizleme) usulü kadar bile önem vermemişlerdir.
Günümüz Müslüman dünyasında ulema çoğunluğunun, hatta dinî eğitim ve öğretim kurumlarının zihinlere teklin ettiği “İslam” tasavvuru ve bu tasavvurun ürettiği genel görüntü, yukarıdaki örneklerde anlatılan ahlakîlikten çok uzaklardadır. Bu görüntünün İslam dinine dair insanlık vicdanında, hatta yeni Müslüman nesillerde oluşturduğu algı çok tehlikeli yerlere doğru gitmektedir. Özellikle sosyal medyaya ve yazılarımızın altına düşülen nihilist yorumlara baktığımızda da bunu görüyoruz.
İslam hakkındaki mevcut algıda, bilhassa son 30-40 yılda yanlış bilgilerin sel gibi akması ve bu yolla algı operasyonlarının kolaylıkla yapılmasının da etkisi vardır. Bu algının, dinimizin aslî mahiyeti, ruhu ve öğretisiyle uyuşmadığı da muhakkaktır. Ama bu gerçek, gittikçe kötüleşen algıyı değiştirmiyor.
***
Bu haksız durumun düzeltilmesi, ancak Müslüman aydınların, gerektiğinde en ağır özeleştirileri de yaparak, İslam toplumlarını ve –herkesi herkese komşu yapacak kadar küçülen- dünyamızı dinimiz hakkında doğru ve yeterli şekilde bilgilendirmeleriyle başarılacaktır.
Müslüman dünyanın yaşadığı bütün sorunların ana nedeninin, asırlar boyunca hayat, şartlar, dünya ve değer öncelikleri değişirken değişmemekte direnen ulema zihniyeti ve onların Müslüman toplumlarda oluşturdukları din tasavvuru olduğunu hep anlatıyorum.
Önceki bir yazımda, “Diyanet’in taahhütnamesi” başlığı altında Başkanlığın Mart 2018’de düzenlediği İl Müftüleri toplantısının ardından açıkladığı bildirgeden bahsetmiştim. Başkanlığın, orada ortaya konan vizyon istikametinde mensuplarını eğitici-dönüştürücü, sürekliliği olan bir proje hazırlayıp uygulamaya koyması gerektiğini belirtmiştim. Bu ümidimi koruyorum. Bu sürece YÖK ve MEB Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’nün de katılıp, her üç kurumumuzun çalışmalarını birlikte yürütmeleri, bu suretle dinî düşünce ve uygulamalarda çağın ihtiyaçlarına cevap veren değişim ve dönüşümleri sağlayacak yeni bir din öğretimi modeli belirleyip uygulamaları gerektiğine inanıyorum. Böyle bir vizyon belgesinin zamanla dünya Müslümanları için de model olabileceğini düşünüyorum. Özellikle siyasilerimiz isterlerse ülkemiz bu vizyonu belirleyecek deneyim ve birikime sahiptir.
Benim izlenim ve kanaatime göre, yüzyıllardır yaşanan bunca tecrübelerden sonra anılan üç sorumlu kurumumuz, böyle bir projenin oluşturulmasını hem isteyecekler hem de bunun için uygun, yeterli, özgür ve bilimsel yapıyı oluşturacaklardır. Ben, mevcut durumda bu konudaki en ciddi engelin “merdiven altı din eğitimi ve öğretimi” veren bazı “dinî” yapılar ile onların kolayca etkileyebildikleri siyasetten geleceği kanaatindeyim.